Bilinmeyen Yönleriyle Uyku

0
1438

Bir yandan “aptallar 8 saat uyur” gibi kökeninin nereye dayandığı belirsiz sözler biz şehirlilerin ağızlarını süslerken, bir yandan modern tıp sürekli nasıl daha az uyunarak halen zinde kalınabileceğinin yollarını araştırırken, bir yandan ilaç şirketleri durmadan yeni uyku ilaçları üretip dururken, bir yandan günün en güzel programları sürekli daha geç saatlerde yayınlanmaya başlarken, yani kısacası insanoğlunun her zamanki doğaya sırtını dönme alışkanlıkları var gücüyle devam ederken nasıl olur da böyle bir yazıyı yazmayı daha önce düşünmediğim için kendime biraz da kızıyorum. Ancak zararın neresinden dönülürse kar getireceği gerçeğinden yola çıkarak, sizleri gizemli uyku yolculuğuna davet ediyorum.

Bültenimizin yazarlarından olan ve yakın zaman önce “Doğru Beslenmeyle İlgili Yanlış Bildiklerimiz” adlı kitabı yayınlanan Serkan Yimsel bu yazısında sağlıklı yaşam için beslenme kadar önemli bir konuyu, uykuyu ve uykunun şişmanlık, diyabet, kanser, kalp hastalıkları, depresyon ve şizofreni gibi kronik hastalıklar ile olan ilişkisini irdeliyor. İlginizi çekeceğinizi umuyoruz.

Bilinmeyen Yönleriyle Uyku

“Serkan saat on, yatağa kon!” Büyüklerimin küçükken bana söylediği, ve özellikle televizyonda güzel bir macera filmi oynarken duymaktan en çok sıkıntı duyduğum bir sözdü bu. Oflaya puflaya yatağa gittiğim, yatakta da uyuyana kadar kendi kendime söylenip durduğum günleri çok iyi hatırlıyorum. Halbuki büyüklerimin içgüdüsel olarak bana sağlığım için en doğru alışkanlığı kazandırmaya çalıştıklarını yaklaşık 20 yıl sonra, egzersiz ve beslenme konularında eğitimimi ilerlettiğim su son zamanlarda ancak anlayabildim.

Bir yandan “aptallar 8 saat uyur”gibi kökeninin nereye dayandığı belirsiz sözler biz şehirlilerin ağızlarını süslerken, bir yandan modern tıp sürekli nasıl daha az uyunarak halen zinde kalınabileceğinin yollarını araştırırken, bir yandan ilaç şirketleri durmadan yeni uyku ilaçları üretip dururken, bir yandan günün en güzel programları sürekli daha geç saatlerde yayınlanmaya baslar iken, yani kısacası insanoğlunun her zamanki doğaya sırtını dönme alışkanlıkları var gücüyle devam ederken nasıl olur da böyle bir yazıyı yazmayı daha önce düşünmediğim için kendime biraz da kızıyorum. Ancak zararın neresinden dönülürse kar getireceği gerçeğinden yola çıkarak, sizleri gizemli uyku yolculuğuna davet ediyorum.

En sonunda Life “Yaşam” dergisi de 1998 seneli haberde yaklaşık yetmiş milyon Amerikalı nasıl uykusuzluk çektiklerini, direksiyon ya da masa basında kafalarının öne düştüğünü, gün boyunca sürekli yorgun gezdiklerini (zombiler!) kabul etti. Öyle ki iş kazaları ve kaybedilen is saatlerinin, bu dünyanın en gelişmiş ülkesine olan doğrudan zayiatı yaklasik 15,9 milyon dolar, doğrudan olmayan maaliyeti ise yaklasik 100 milyon dolar civarlarında (1).

Money Talks”, yani para konuşur, değil mi? İş hayatının düşünce sekline kendini kaptırmış biz modern insanların anladığı tek lisan “kazanç” ya da “kayıp” gibi sözler olduğu için, uyku gibi sağlığımız için çok büyük önemi bulunan bir konuyu da bu şekilde maddi acıdan ele alarak dikkatinizi çekmek istedim. Ancak sizi temin ederim ki bu yazımın gayesi, kesinlikle uykusuzluğun sadece maddi kayıplarını vurgulamaktan ibaret değildir.

Yazımın amacı, aslında uykusuzluğun nasıl uzun vadede yaşamınıza mal olabilecegini göstermektir!

Biz modern insanlar; hastayız çünkü uykusuzuz, şişman ve diyabetli dolaşıyoruz çünkü uykusuzuz, kanser ve kalp hastalıklarına sürekli yenik düşüyoruz çünkü uykusuzuz, depresyon ve şizofreni gibi zihinsel hastalıklar hat safhada çünkü yine uykusuzuz.

Uyku kaybının yelpazesi bu kadar geniş problemlere doğrudan ya da dolaylı yollardan neden olabileceğine hemen inanmanızı beklemiyorum. Çünkü sağlık ve egzersiz konularındaki 12 senelik araştırma tecrübeme rağmen eğer bu iddiaları bana bir kaç ay öncesinde söylemiş olsaydınız buna ben de inanmazdım, en azından hepsine!.

Ancak yazımın sonundaki notlar ve referanslardan da göreceğiniz gibi, bizlerin doğal güneş ısınlarının mevsimlik değişimlerine adapte olmuş bir uyku alışkanlığı edinmediğimiz taktirde fizyolojimizin nasıl olumsuz etkilendiğini, ve bu olumsuzlukların yukarıda sözünü ettiğimiz birçok kronik hastalığa nasıl yol açabildiğini destekleyen çığ gibi bilimsel araştırma yazısı mevcuttur.

Öyle ki ne zaman uykuya dalınması ve ne kadar süre uyunması gerektiğini kontrol eden vücudumuzun biyolojik uyku saati, daha günesin dünya üzerine ısınlarını göndermeye başladığı ilk günden itibaren biz insanlar dahil bütün canlıların fizyolojisine islemiş durumdadır.

İste bu referansların ışığında, yeterli ve zamanlı uyuma gibi “önemsiz” bir meselenin doktorlar, diyetisyenler ya da medya tarafından sürekli gündemde tutulan “yağsız/kolesterolsüz beslenme” ya da “egzersiz yapma” gibi meselelere kıyasla kronik hastalıkları önlemede çok daha önemli olduğuna ben sonunda ikna olabildim. Simdi sıra sizde!

Uykunun önemini anlamanın yolu, bizim enerji metabolizmamızın nasıl milyonlarca yıldır dünyanın aydınlıktan karanlığa ve karanlıktan aydınlığa geçiş devrine ayarlanmış olduğunu anlamaktan geçer. Mamutlardan tutun, mikroplara kadar dünya üzerindeki bütün canlıların fizyolojisini kontrol eden bu devir, günümüze kadar basarili bir evrimi mümkün kılmıştır.

Manyetizma ve yerçekimi ile birlikte dünya üzerindeki hayata en çok hakim olan düzenleyici enerji, fotonlar seklinde yayılan güneş enerjisidir (1). Öyle ki bu güneş enerjisini sürekli gözlemleyen ve metabolizmamızı düzenleyen cisimcikler, kemik dokudan gözlerimize kadar hemen hamam her bir hücremize islemiş durumdadır. Hatta kanımızda bulunan hemoglobin maddesinin, bitkilerin vücut sıvısında bulunan ve güneşe bağlantısını sağlayan klorofil maddesiyle yapısal olarak ne kadar benzerlik gösterdiğini göz önüne alacak olursak bizlerin de güneşe olan bu bağlantısına şaşırmamak gerekir.

Ancak güneş ışığına bağlı olduğumuz kadar, karanlığa da bağlıyız. Çinlilerin unlu ying ve yang teorisinde olduğu gibi, bir simetrinin bir yanının varolabilmesi için, öteki yanının ihmal edilmemesi gerekir. Tıpkı yazın kısa, erkeğin kadına, siyahin beyaza, sıcağın soğuğa ve olumun canlılığa ihtiyacı olduğu gibi, aydınlığın da karanlığa ihtiyacı vardır.

Hormonlarımızın isleyiş sekline baktığımız zaman bunu çok iyi anlıyoruz. Yüzyıllar boyunca sabahın ilk ışıkları yeryüzünü aydınlatmaya baslar başlamaz canlılık ve mücadele hormonu olan kortizol hormonunun kandaki seviyesi tırmanmaya baslar (1,2). Günesin batmasından birkaç saat sonra ise doğal olarak bu hormonun salgısı azalır, yerini gelişme ve onarım hormonları olan büyüme hormonu ile melatonin hormonlarına bırakır. Vücudumuzda gerçeklesen bütün fizyolojik işlemler, iste bu mükemmel bir düzende islemekte olan hormon nöbet değişimine bağlıdır.

Ya da bağlıydı demek daha doğru belki de! Geçtigimiz son 70-100 yıl içerisinde bu mükemmel biyolojik düzen büyük bir darbe gördü. Bu darbenin kaynağı, lamba ve elektriğin yaygın kullanılmaya başlaması, ya da diğer adıyla insanoğlunun aydınlığa hakim olma cabasıdır. 1910’lu yıllarda ortalama bir yetişkin günde dokuz ila on saat arası uyuyordu (1). Şimdilerde ise eğer yedi saat uyku görebiliyorsak şanslı sayılırız! Kaybolan bu karanlık saatler toplanırsa bu neredeyse senede beşyüz saatin aydınlıkta, ya da uyanık geçiriliyor olması demektir. Duşunun bir kere bu yılların birbirine eklendiğini! Bu beş yılda iki bin beşyüz saat demek, on yılda beş bin saat, ortalama insan ömrü olan 70 yılda ise otuz bes bin saat! Neredeyse ömrümüzün on yedide biri!

Şimdi gelelim günün doğal olmayan ışık kaynaklarıyla uzatılıp uyku suresinin böylesine azaltılması durumunun getirebileceği zararlara. Eminim ki çevrenize söyle bir baktığınızda (ki özellikle Amerika’da yasıyor iseniz) normal büyüklükteki arabalara artık sığamayan, neredeyse yardımsız yürümesi dahi imkansız duruma gelmiş fazla kilolu insanları fark etmissinizdir.

Öyle ki son 20 yılda hükümetin besin piramitleri, yağsız besinler ve diyet hapları üzerine devrim yarattığı Amerika’da fazla kiloluk oranı yüzde 33’ten yüzde 66’ya çıktı (3). Durum ülkemizde de pek iç acıcı değil. Eldeki çok az istatistiğe rağmen buğun her üç bayandan birisi, ve her beş erkekten birisi aşırı kilolu durumdadır (4). Peki nasıl olabiliyor da gündüzün yapay yollarla uzatılması ve toplam uyku miktarının azalması bu aşırı kilolarla ilgili olabiliyor?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz