Tavukların ruhsal dengesi bozuldu

0
1559

Tavukların ruhsal dengesi bozuldu. Piyasanın ucuz mala olan talebini karşılayabilmek için tavukçuluk sektörü de son yıllarda üretim giderlerini büyük ölçüde düşürmeyi başardı. Bunun için de hayvanlar adeta işkence ortamında yetiştirilmeye başlandı.

21 Kasım 2004 tarihli Sabah Gazetesinin Pazar ekinde Ahmet Örs son haftaların en fazla konuşulan konularından birini işliyor. Yorumsuz olarak Sabah’ın web sitesiniden aldığımız(http://www.sabah.com.tr/cp/paz00-102.html) bu nefis yazıyı kaçırmayın!

Piyasadaki tavukların doğal ortamda büyüyen tavuklarla bir ilgisi yok. Alarm zilleri çalıyor. Ruhsal dengesi çabuk bozulan tavuğun “insanca” şartlarda yetişmesi gerekiyor. Ardından sağlıksız yemler dikkate alınmalı.

Hazin olansa tüketicilerin önünde herhangi bir seçeneğin olmaması. Bundan bir süre önce Mudurnu Tavukçuluk, “kimlik kartlı köy tavuğu” adıyla bugünkünden daha lezzetli iri bir tavuk piyasaya sunmuştu. Ama doğru dürüst tanıtılmadı, firma ürününün arkasında durmadı, tüketici de niçin daha fazla para ödeyerek bu tavuğu alması gerektiğini kavrayamadan tavuk piyasadan kalktı.

Bu denli horlanma, sömürülme, eziyet hatta işkencenin ardından, günün birinde intikam almaları beklenmeliydi. Galiba beklenen gün geldi. Kırmızı ete alternatif olarak sunulan, kolesterol kabusuna çözüm getireceği vadedilen mucize hayvan tavuk, hızla gözden düşüyor. Giderek artan sayıda kişi, artık tavuk yemek istemiyor.

Tavuklara hormon, antibiyotik yüklendiği, yiyenlerin bundan etkileneceği söylentileri, tavuktan bu büyük kaçışın öne çıkan sebebi olarak görülüyor. Tavuk satışlarındaki azalma ile birlikte de tavukçuluk sektöründe alarm zilleri çalmaya başladı. Aslında tavuğun içine düştüğü bu hazin durum, yıllardan beri piyasaya egemen olan bir vurdumduymazlığın sonucu.

Kimse bir yiyecek ürününün lezzetini, kaynağını, nasıl üretildiğini, kalitesini sorgulamıyor. Bir maldan tek beklenen, onun olabildiğince ucuz olması. Bu ucuzluk furyası öylesine yaygın hale geldi ki, üretimi, satışı kontrol etmeleri gereken yetkililer bile ucuzluk uğruna hileli, kalitesiz ürünlere göz yumuyor. “Yoksul vatandaş aç mı kalsın?” zihniyeti, yiyecek kalitesini dibe vurdurdu.

NELER YİYORUZ NELER

Piyasanın ucuz mala olan talebini karşılayabilmek için tavukçuluk sektörü de son yıllarda üretim giderlerini büyük ölçüde düşürmeyi başardı. İşkence düzeyinde, hayvanların çok dar ve sıkışık ortamlarda tutulması, hormon iğneleri, yemlere özel katkılar, başlangıçta değerli protein yemi olarak sunulan, ancak deli dana hastalığından sonra yasaklandığı ilan edilen hayvansal atıklardan hazırlanmış yemler bu maliyet düşüşünü sağlayan etkenler arasında.

Türkiye’de tavuk çiftliklerinde yapılan denetimler ve bunların sonuçlarına ilişkin bilgiye sahip değilim. Ancak Almanya’da, tavuk yemlerine öğütülerek protein olarak katılan malzemeler arasında yumurta çiftliklerinde kuluçkadan çıkan ve hemen öldürülen erkek civcivlerin, laboratuarlardaki deney farelerinin, köpek maması bile olamayacak sığır karkaslarının da bulunduğunu bu ülkenin saygın Der Spiegel Dergisi yazıyor.

Yine aynı dergiden, fast food restoranlarında kullanılan yanmış kızartma yağlarının da tavuk çiftlikleri tarafından tercih edildiğini, içerdikleri yüksek kalori miktarı nedeniyle, bunların doyurucu etkisinden yararlanıldığını da öğreniyorum. Balığın bol bulunduğu dönemlerde tavukların balık unu ile beslendiğini, balık kokulu tavuklarla karşılaşanlarımız hatırlarlar. Özellikle Karadeniz’de ciddi hamsi sıkıntısı baş gösterince, bu kez tavuklara bazı hormonlar verilerek büyümeleri hızlandırıldı.

Günümüzde birçok ülkede hormon kullanımı yasak. Bizde ise açıklamalarına güvenebileceğim etkin denetim örgütleri olmadığı için, firmaların hormon kullanmadıkları iddialarını kendi adıma inandırıcı bulmuyorum. Hormonlardan farklı olarak, tavuklara hastalanmamaları için az miktarda antibiyotik, büyümeyi hızlandıran bir takım elementler ve koruyucu müstahzarlar verilmesinde herhangi bir yasal engel yok.

İşte bu yeni teknolojiler sayesinde bir piliç 35 günde kesime hazır hale geliyor. Oysa beş kişilik bir aileyi doyurabilen 1 kilo 700 gramlık bir tavuk 1930’larda asgari 20 haftada bu ağırlığa ulaşırken, bugün süre dokuz haftaya inmiş durumda. Önlerindeki yürüyen bant üzerinden akıp giden yemi uyumadan, sürekli yemeleri ve hızla irileşmelerini sağlamak için, hayvanlar parlak spot ışıkları altında sürekli gündüz ortamında tutuluyor.

Ben uzun süredir mümkün olduğunca tavuk yemiyorum. Sadece tümüyle yapay ortamda yapay biçimde şişirilen tavuk etinin sağlıksız olduğunu düşündüğümden dolayı değil. Lezzet açısından da piyasadaki tavukların, doğal ortamında rahatça hareket edip eşinerek normal süresinde büyüyen tavuklarla neredeyse bir ilgisi kalmadı. Burada en hazin durum, biz tüketicilerin önünde herhangi bir seçenek bulunmaması.

Batıdaki marketlerde de bizdeki en ucuz, lezzetsiz tavuklardan var. Ama bunlar o ürün grubunun en kalitesiz ve en ucuz seçeneklerini oluşturuyor. Bu grubun üzerinde giderek daha kaliteli oldukları belirtilen bir dizi seçenek daha var. Skalanın en üzerinde ise, şarapta olduğu gibi, üretildikleri bölgenin adıyla anılan tavuklar yer alıyor. Bir örnek vermek gerekirse Fransa’nın Bresse bölgesinin aynı adla anılan tavukları bu gruptan. Yine Fransa’dan bir başka örnek de, beyaz bir beze sarılı olarak satılan “poulet au torchon” diye adlandırılan, kesilmeden önce 40 gün süreyle özel besiye çekilmiş tavuklar.

SERACILARDAN DERS ALINMALI

Bugün bizde tavuk piyasasının içinde bulunduğu ortam, bundan on yıl önce Hollanda’daki sera domatesçiliğinin durumuna benziyor. Hollanda yıllarca Avrupa’yı hormonla şişirilmiş, tatsız ve kokusuz ama ucuz sera domatesleriyle besledi. Derken bir gün tüketiciler yediklerinin, güneşte olgunlaşmış mis gibi domatesle hiç ilgisinin kalmadığını fark etti. Hollandalı seracılar çok büyük bir kriz yaşadı. Krizin ardından kimi seracı çiçek, kimiyse doğru dürüst, tadı kokusu yerinde domatesler yetiştirmeye başladı. Şimdi dibe vuran tavuk piyasamızın Hollandalı seracılardan ders alması gerekiyor.

Önce çiftliklerde ruhsal dengesi çok çabuk bozulan, özgürlüğüne aşık bir havan olan tavuğun “insanca” bir ortamda yetiştirilmesi için gerekli denetimler sağlanmalı. Ardından hormon, antibiyotik ve sağlıksız yemler konusundaki şaibeler ortadan kalkmalı. Biz tüketicilere düşen görev de, daha doğal ortamlarda yetiştirilmiş, kaliteli, ancak fiyatları da kuşkusuz bugünkülerden daha pahalı tavuklar piyasaya sunulduğunda, salt fiyat kaygısıyla yine en ucuzları tercih etmemek. Bütün uygar ülkelerde yaşayanlar gibi, bizler de piyasadaki tavuklardan çok daha iyisine layığız.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz