6.2 C
İstanbul
Çarşamba, Aralık 11, 2024

spot_img

Prof Dr. Ahmet Aydın ve Otizm Üzerine Söyleşi…

Editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın Uz. Dr. Cem Kınacı ile birlikte yazdığı ‘Otizme çare var’ kitabı büyük bir ses getirdi. Bültenimizin bu sayısını otizmli bir çocuğun annesi Olan Serpilgül Vural’ın kitapla ilgili olarak Prof. Dr. Ahmet Aydın ile yaptığı röportaja ayırdık. Vural ayrıca www.otizmdunyasi.com isimli internet sitesinin de yöneticisidir.

2013 CDC raporuna göre; Otizm,  yaklaşık 50 doğumda 1 çocuğu etkileyen önemli bir sorun.

Günümüzde Otizm tanısı alan çocukların sayısı, diyabet, kanser ve AIDS teşhisi alan çocukların toplamından bile daha fazla.

Ancak henüz kesin bir çare bulunabilmiş değil. Resmi otizm tedavisi sınırlı olsa da bazı öncü araştırmacı bilim adamları ve doktorlar aracılığı ile kısmen ya da oldukça ileri seviyede iyileşmelerin yolu açıldı denilebilir.

Birçok anne, diğer anneler veya medya vasıtası ile duydukları otizm diyet ve takviyelerini yıllardır takip etmeye çalışıyorlardı. Bu konuda türkçe kaynak eksikliği yaşandığını da biyomedikal tedavileri takip edenler yakından bilirler.

“ Otizme Çözüm var! “ Otizme metabolik, çevresel faktörler ve beslenme açısından yaklaşan ve Türk tıp doktorları tarafından kaleme alınan ilk kitap olma özelliğini taşıyor.

Her ne kadar kitabın adı ve kapak sunumu sırasında kullanılan cümleler tartışma yaratsa da ailelerin yanlış bilgilerle uygulama yapmalarının önü, bu kitapla kesilmiş olacak diye düşünüyorum.

Hatırladığım kadarı ile Taş Devri Diyeti adlı kitabınız da kamuoyunda epey ses getirmişti ve etkileri hala da devam etmekte. Yine tartışma yaratacak bir kitaba imza attınız.

Kitabınızda ayrıntılı olarak otizmin biyomedikal yönünü irdelediğiniz için “ neler yapmalıyız, hangi ilaç, vitamin ya da besin destekleri yararlı “ gibi sorular sormayacağım. Onları merak edenler nasıl olsa kitabı alıp okuyacaklardır.

Kitabın adı neden Otizme Çözüm var? Sizce fazla iddialı bir isim olmamış mı, bu isim sizin fikriniz miydi yoksa yayıncınızın mı?

Evet, biraz iddialı bir başlık. Aslında kitabın ismi ‘Otizmin Biyomedikal Tedavisi’ idi, ama yayıncılar böyle bir ismi önerdiler. Ben de böyle bir başlığın dikkati daha çok çekeceğini düşünerek kabul ettim.

Tabii ki kitabın içinde de görüldüğü gibi biz, her çocukta bir mucize olur demiyoruz. Ama davranış tedavileri ile kombine edildiğinde biyomedikal tedavilerle hastaların belirgin ilerleme kaydedeceklerini ve hatta hepsi olmasa bile birçok çocuğun erken teşhis ve tedavi ile tamamen iyileşmesinin bile mümkün olabileceğini vurgulamaktayız.

Peki, yaklaşık 10 yıldır otizm üzerine çalışmalar yaptınız, yüzlerce hatta binlerce çocuk tedavi ettiniz. Konuya yabancı kişiler için kısaca özetlemek gerekirse otizm neden hızla artıyor, bazı hekimlerimizin söylediği gibi gerçekten tanı kriterleri gelişti de ondan mı bu artış?

Tabii ki klasik nöropsikiatrlar da 50-60 yıl gibi oldukça kısa bir zaman diliminde genetik bir hastalık sıklığının bu kadar artmaması gerektiğini biliyorlar. Ama yine de genetik teoriden vazgeçmiyorlar. Çünkü onların birçoğu otizm sıklığının yıllar içinde artmadığını sadece tanı kriterlerinin değiştiğini ya da hekimler ve aileler bu konunun üzerine çok düştüğü için otistik çocuk sayısının artmış gibi göründüğünü iddia ediyorlar.

Acaba bu iddia ne kadar doğrudur?

Bu durumu daha iyi aydınlatmak için Mark R. Blaxill isimli bir bilim adamı 1960-2004 yılları arasında elliden fazla otizmde sıklık çalışmasının toplu analizini yapmıştır (1).

Bu analiz, otizmdeki artışta tanı kriterlerinin değişmesinin fazla bir payının olmadığını göstermektedir.

Blaxill’in yaptığı çok ayrıntılı incelemeye göre;

Yetmişli yıllarda ABD’de 3/10,000’in altında olan otizm sıklığı,

Doksanlı yıllarda 30/100,000’in üzerine çıkmıştır.

yani 20 yıllık zaman diliminde en az on kat artmıştır. Otizm spektrumu tümü ile dikkate alındığında aynı zaman diliminde 5-10/10,000 olan sıklık 50-80/10,000’e yükselmiştir.

ABD’de yayınlanan Ulusal Sağlık İstatistik raporuna göre;

2007de 1:86 olan otizm sıklığı

2012’de 1:50’ye yükselmiştir (2).

Hocam, son yıllarda giderek artan otizmi neye bağlıyorsunuz?

Başlıklar halinde vermek gerekirse;

• Antibiyotik kullanılmasının artması

• Metal içeren aşıların ve metal içermeyen ama çok sayıda canlı virüsün bir arada bulunduğu aşıların (Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak-MMR gibi) kullanılmasındaki artış.

• Ekilebilir toprakların fakirleşerek sebze ve meyvelerdeki vitamin ve mineral içeriğinin düşmesi.

• Omega-3 tüketiminin azalması

• Probiyotiklerden zengin gıdaların tüketiminin azalması

• Rafine gıdaların aşırı tüketilmesi

• Sezaryen doğumların aşırı artması

• Yeteri kadar güneşlenilmemesi (D vitamini yetersizliği)

• Ağır metal, radyasyon, elektromanyetik dalgalar, hava kirliliği, ilaç ve toksinlere fazla maruz kalınılması.

Ülkemizde Otizm konusu daha çok nörologların ve psikiatrların çalışma alanı diye bilinir. Kitabın diğer yazarı Dr Cem Kınacı otizmli bir çocuk babası ve bu nedenle bu konulara eğilmiş bir hekim. Bildiğim kadarı ile sizin ailenizde böylesi bir deneyiminiz de yok. Peki, otizmle yollarınız nasıl kesişti?

Yaklaşık on yıl önce bir grup otizmli ebeveyn Cerrahpaşa tıp fakültesindeki odama geldiler. Her türlü kronik hastalıkla beslenmenin ilişkisi üzerine yazılar yazıyorsunuz, niçin hiç otizmle ilgili bir yazınız yok diye bana sitem ettiler. Bizler ‘otizmin tedavisi yoktur’ diyen klasik psikiatrlardan ümidi kestik. Bu yüzden ‘denize düşen yılana sarılır’ misali internetten takip ettiğimiz biyomedikal tedavilere umut bağladık; birçok vitamin, mineral ve amino asit takviyelerine başladık.

Ama bize yol gösteren hiçbir doktor yok. Bu takviyeler çocuğumuza zarar verir mi vermez mi, bunu bir beslenme ve metabolizma profesörü olarak en iyi siz bilirsiniz, ne olur bize yardımcı olun dediler.

Aslında biyomedikal tedaviler hakkında bazı duyumlarım olmuştu ama konuya hiç vakıf değildim. Ebeveynlerin umutsuz durumu beni çok etkiledi ve hemen konu ile ilgili geniş araştırmalar yaptım.

Hasta yakınları size daha çok hangi kanalla geliyorlar? Başka hekimler mi yönlendiriyor, yoksa aileler kendi araştırmaları neticesinde mi sizi buluyorlar?

Aileler genellikle kendi araştırmaları neticesinde beni buluyorlar. Zaman zaman hekimler de hastaları yönlendirebiliyorlar. Ama şimdiye kadar hiçbir çocuk nöroloğu ya da psikiatristinden böyle bir yönlendirme olmadı.

Hastalarınız arasında otizm teşhisi almadan, sadece metabolik sorunları nedeni ile size başvurup, sonradan otizm tanısı alan çocuklar var mı?

Otizm tablosuna yol açan birçok metabolik hastalık vardır. Fakat bunlardan çölyak hastalığı (1:200), fenilketonüri (1:4000), frajil X sendromu (1:2000) ve Down sendromu (1:600) haricindekiler daha nadir görülür.

Bu tabloda görülen hastalıkların çoğu doğumda ya da doğumdan sonraki ilk aylarda klinik belirtilerini gösterir. Hâlbuki birçok otizmli çocuk genellikle 6 aydan sonra ama 3 yaşından önce belirti vermeye başlarlar.

Yani başlangıçta çocuğun ruhsal ve motor gelişimi tümüyle normal iken kazandığı özellikleri yavaş yavaş kaybeder. Regresif otizm denilen ve büyük çoğunlukta görülen otizmin bu tipi genellikle tedaviye daha iyi cevap verir.

Yapılan çeşitli araştırmalarda otizmli çocukların % 2.7 ile % 10’unda kalıtsal bir metabolik hastalık saptanmıştır. Bu konu ile ilgili olarak kliniğimizin metabolizma bölümünde bir araştırma yapmaya başladık.

Peki, hocam, bir çocuğun diyetinin otizm ya da diğer otizm spektrum bozuklukları üzerinde gerçekten bir etkisi olabilir mi?

Aslında her kronik hastalığın beslenmeyle ilişkisi var, otizmde bu ilişki daha da güçlü.

Ama bazı diyet uygulayan aileler, çocuklarında herhangi bir değişiklik gözleyemeyebiliyorlar. Bunun sizce nasıl bir anlamı olabilir?

Otistik çocukların tedavisinde ilk yapılması gereken şey kazeinsiz-glütensiz bir diyettir. Bu çocukların en az üçte ikisinde kazeinsiz-glütensiz diyet etkilidir.

Glütene (unlu gıdalar) ya da kazeine (süt ve sütten yapılan gıdalar) aşırı düşkün ve ağrı eşiği yüksek olan çocuklarda bu oran daha da yüksektir.

Glütene ya da kazeine aşırı düşkün olmayan ve ağrı eşiği düşük çocuklar ise diyetten az etkilenirler ya da hiç etkilenmezler.

Otizmli bireylerin birçoğunda glütenli (buğday unundan yapılmış) ve/veya kazeinli (sütten yapılmış) gıdalara aşırı bir düşkünlük vardır. Sindirilmeden kana geçen kazeinomorfin ve glütenomorfin bileşikleri küçük çapta bir morfin bağımlılığına yol açabilir. Takdir edersiniz ki kronik morfin zehirlenmesinin beyin fonksiyonları üzerine birçok olumsuz etkisi var.

Oğlum nedeni ile Otizm’in eğitim yöntemlerinin olmazsa olmazımız olduğunu bilmekle beraber biyomedikal yönü ile de yakından ilgili bir anneyim. Nutrigenomikle ilgili okuduğum kaynaklardan anladığım kadarı ile her besin desteği ya da ilaç, her çocuğa aynı oranda fayda sağlayamıyor ya da bazen geri tepebiliyor. Mesela sarımsağı hepimiz iyi biliriz ama bazı insanlarda fazla kullanım sakıncalı bile olabiliyor. Bu konuda bize kısaca ne önerirsiniz?

Evet haklısınız. Her besin desteği ya da ilaç, her çocuğa aynı oranda fayda sağlayamıyor ya da bazen geri tepebiliyor. Bu nedenle birçok ortak prensipler olmasına rağmen her otizmli çocuğun ayrı bir birey olduğunu düşünerek, biyomedikal tedavileri de o çocuğa özgü bir şekilde yapmalıyız.

Bazı nütrigenetik testler (gen polimorfizmleri) ile bunlar gösterilebilir ama bireysel farklılıkların olduğunu da unutmamalıyız. Bu testler beslenme tedavisinde yol gösterici olabilir.

Gelelim en tartışmalı konumuz; Aşılar ve Otizm

Aşılarla ilgili düşüncelerinizi daha önceki röportajlarınızdan biliyorum. Ancak aşılar ile otizm arasındaki ilişkiyi gösteren bir çalışma yayınlayan Dr. Andrew Wakefield ile ilgili geçtiğimiz yıllarda suçlayıcı bazı haberler çıktı. Yine geçmişte ünlü doktorlarımızdan biri , “ Otizmin cıvası çıktı “ tarzında bir söylemde bulunmuştu. Siz Dr. Wakefiled ile igili gelişmeden sonra hala aşıların otizme etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu bağlamda, bazı çocuk hekimleri, nörologlar, psikiatristler ve ebeveynler bazı bilimsel ipuçlarını dayanarak otizmdeki bu artıştan kısmen bazı aşılarda bulanan timerosal adlı cıva ve alüminyum gibi metallerin sorumlu olduğunu ileri sürdüler. Aynı çevreler bu artışta ağır metal içermemesine rağmen Kızamık-Kızamıkçık-Kabakulak aşısının (MMR aşısı, üç canlı virüs içerir) da payı olduğunu iddia etmeye başladılar (3-7).

Fakat tıbbi kanaat önderlerinin büyük çoğunluğu aşıdaki timerosal ve alüminyumun ya da MMR aşısının otizme neden olduğu fikrinin bilimsel bir dayanağının olmadığını, bir safsata olduğunu söyleyerek karşıtlarını suçlamakta ve yüz milyarlarca dolar bütçesi olan aşı firmalarının örtülü ya da açık desteği ile yapılan bazı araştırmaları göstererek kendi haklılıklarını bilimsel olarak kanıtlamaya çalışmaktadırlar. Gerçekten de aşı firması destekli bazı araştırmanın sonuçları otizm tablosu ile MMR ya da timerosal içeren aşılar arasında bir bağlantı olmadığını göstermektedir (8-10). Buna karşın böyle bir ilişkinin varlığını gösteren çalışmalar da mevcuttur. Ama ana akım tıbbi çevreler, nedense bunları görmezden gelmektedirler (11).

Cıva ile otizm arasında hiçbir ilişki olmadığını ileri süren firma destekli bu araştırmalardan biri Patric Ip ve arkadaşları tarafından 2004 yılında ünlü Journal of Child Neurology’de yayınlandı (9). Birçok otorite de bu makaleyi ‘aşı otizm yapmaz’ iddiasının sağlam kaynaklarından biri olarak gösterdi.

Fakat 2007 yılında Catherine DeSoto aynı araştırmanın verilerinin istatistik çalışmasını tekrar yaptığında cıva ile otizm arasında çok manalı bir ilişki olduğunu ortaya koydu. Editörü bu makaleyi bir özür yazısı ile birlikte aynı dergide yayınlandı (12).

7 Temmuz 1999’da Amerika Pediatri Kurumu (AAP) ve Amerika Birleşik Devletleri Halk Sağlığı Servisi (PHS) bileşik bir toplantı yaparak kesin bir kanıt olmamasına rağmen bir önlem olarak (çok fazla gönüllü olmasalar da) tiomerosalin (cıva) aşılardan çıkartılmasına karar verdiler. O tarihten itibaren ABD’de cıva kademeli olarak aşılardan çıkartıldı (bazı grip aşılarında hala vardır).

Fakat ABD ve Avrupa ülkeleri bu tip aşıları niçin yasaklamışlardı? ABD, İngiltere ve Danimarka’da yapılan aşı firmalarının ısmarladıkları ve sonuçlarını tahrif ettikleri araştırmaları bilimsel dayanak olarak ileri süren ülkemizin kanaat erbapları, ‘cıva otizme yol açabilir’ diyenleri halk sağlığını tehlikeye atan aşı düşmanları ilan edip suçladılar. Peki, bu üretici ülkeler, ucuz bir koruyucu olmasına rağmen kendi ülkelerinde sattıkları aşılardan cıvayı niye çıkartmışlardı?

Timerosal şu anda (bazı grip aşıları hariç) bütün aşılardan çıkartılmaya başlanmıştır.Neyse ki T.C Sağlık Bakanlığı, artık içerisinde timerosal olmayan aşıları ithal edeceğini 2007 yılı içerisinde duyurdu ve büyük ölçüde aşılardaki cıva çıkartıldı.

Peki, timerosalin zararlı olmadığını iddia eden otoriteler özeleştirilerini yapıp, daha önce cıvanın tehlikeli olduğunu söyleyen ve aşı düşmanı olarak ilan ettikleri hekimlerden özür dileyerek ‘evet siz haklıymışsınız, biz yanlış yapmışız’ dediler mi?

Ne gezer; iftira ettikleri bizim gibi hekimlerden özür dilememişlerdir. Tabii ki bu durumda aşı kartellerini ürkütmemek adına sessiz kalma haklarını korumuşlardır. Çünkü şeriatın kestiği parmak acımaz!

Belki tek sebebi ağır metal birikimleri olmayabilir ama katkısı olduğu da bana göre yadsınamaz. Ayrıca Sağlık Bakanlığının 2005 yılındaki Türkiye Kamu Sağlık Araştırma Programı’nda “Cıva ile nöropatilerin ve Otizm‘in ilişkisini bilimsel çalışmalar ortaya çıkarmıştır” açıklaması da ortada iken, bu kadar çocukta yüklü miktarlarda bulunmaları tesadüf olabilir mi sizce? Çevresel kirleticilerin etkisi mi, aşılardaki toksik metallerin katkısı mı daha etken sizce?

Otistik çocukların önemli bir bölümünde kan ve doku cıva düzeyleri yüksektir. Ama her otistik çocukta cıva yüksek değildir. Yani cıva otizmin önemli bir nedenidir ama tek nedeni değildir. Kurşun, alüminyum gibi ağır metallerin yanında sütteki kazein, buğdaydaki glüten, tarım ilaçları, böcek ilaçları ya da çok sayıda başka toksin de otizme yol açabilmektedir. Ülkemizde en çok görülen ağır metal açık ara kurşun olup, cıva ikinci sırada gelmektedir.

Aşılar sadece ağır metal açısından mı etkiliyor çocukları, bağışıklık durumları ile de ilgisi var mı?Ayrıca, aşılarda timerosal dışında hangi katkı maddeleri bulunur?

Önce aşıların hangi maddeleri içerdiğine bakalım;

• Etilen glikol: Antifrizde bulunan bir toksindir. Antifriz çocuk gelişimini bozabilir ve kısırlığa ve asidoza neden olabilir.

• Fenol: Dezenfektan bir boyadır.

• Formaldehit: Kanser yapan bir kimyasaldır.

• Alüminyum: Aşıda antikor cevabını arttırmak için kullanılır; Alzheimer, epilepsi, otizm ve kansere neden olabilir.

• Neomisin ve streptomisin: Antibiyotik olarak kullanılır. Bazı insanlarda alerjiye yol acar. Grip aşısı ayrıca yumurta alerjisi olan kişilerde nadir de olsa kurdeşen ve anaflaksi şoku gibi alerjik reaksiyonlara neden olabilir.

Kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısı timerosal içermese de otizme neden olabilir. Bunun temel nedeni otizme eğilimi olan çocuğun bağışıklık sisteminde olan yetersizlik halidir.

Normalde bağırsaktaki faydalı mikroplar (probiyotikler) Th1 adı verilen bağışıklık hücrelerinin yolunu uyarır. Bu yolun uyarılması mantarlar ve virüslerin vücuttan uzaklaştırılmasını sağlar.

Sezaryen doğum, anne sütünün kullanılmaması, doğal olmayan katkılı gıdaların aşırı tüketilmesi, ekşimeyen yoğurtların ve kaymak bağlamayan pastörize ya da UHT teknolojisiyle üretilmiş sütlerin tüketilmesi, geleneksel fermente gıdaların (kefir, yoğurt, turşu, sirke vb) az tüketilmesi ve sık antibiyotik kullanılması bağırsaktaki faydalı mikrop düzenini büyük ölçüde alt üst eder.

Bu sırada Th2 yolu ise aşırı uyarılır; sonuçta bağırsak geçirgenliği artar, bazı maddeler bağırsaktan kana sindirilmeden geçer. Vücut tarafından düşman olarak algılanan bu maddeler bağışıklık sistemi tarafından tahrip edilir. Bu sırada sağlam dokular da bundan zarar görür. Astım, egzama, tiroidit ve çeşitli otoimmün hastalıklar oluşur.

Th1 yolunun yetersiz uyarılması halinde vücut mantarlar ve virüsler ile gereği gibi mücadele edemez. Bu nedenle Kızamık-kızamıkçık-kabakulak aşısındaki 3 canlı virüs ile birden baş edemez. Yine aynı nedenden dolayı otistik çocuklarda mantar enfeksiyonları ve alerjik hastalıklar sıktır.

Bu nedenle kızamık aşısı tek olarak yapılmalıdır. Kızamıkçık ve kabakulak hastalıkları hafif geçirildiği için bu hastalıklara karşı aşılanma gerekmez. Ama maalesef piyasada artık kızamık aşısı tek olarak bulunmamaktadır.

Aşılarla ilgili geçmişte eleştirdiğiniz konular oldu. Aşıların tehlikelerinden bahsederken bebeklerin hatta halk sağlığı ve gelecek nesiller adına endişeleri olan bir kesim de var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz? Siz aşı yapılmasın mı diyorsunuz, yoksa aşılamanın daha hafif bir programı olsun, aşı içerikleri toksik metallerden arındırılsın mı diyorsunuz?

Elbette aşı yapmalıyız ama bunu yaparken de çocuklarımızı riske etmemeliyiz.

• Devletin zorunlu tuttuğu aşıların dışında aşı yaptırmayınız.

• Kızamık aşısı mümkünse tek yapılmalıdır. Kızamıkçık ve kabakulak hastalıkları hafif geçirildiği için bu hastalıklara karşı aşılanma gerekmez.

• Grip aşılarının bazıları hala timerosal içermektedir.

Suçiçeği, ishal (rotavirus) ve grip aşıları Ulusal Aşı Takvimine dahil aşılar değildir. Kişiler özel bir hastalık risk grubunda değilseler bu aşıları yaptırmak zorunda değildir.

Aşılardaki bir sorun da aşı mikroplarının patentlenme sorunudur. Biliyorsunuz ilaç firmaları patentleri ile para kazanırlar. Doğal bakteri ve virüslerin ise patentini alamazlar. Bu yüzden genetiği değiştirilmiş mikroplarla aşı hazırlarlar. Bu aşıların uzun vadeli zararları hakkında yeteri kadar bilgi sahibi değiliz. Üstelik patent nedeni ile bu aşılar için firmalardan izin almadan da çift-kör plasebo kontrollü çalışma da yapamazsınız.

Hayatın ilk 2-3 haftası içinde sağlıklı bir floranın oluşmaması bebeğin bağışıklık sistemini ciddi şekilde etkiler. Bu tip bebeklerin (özellikle sezaryen ile doğanların) bağışıklık sistemi standart aşılama programına uygun değildir ve ciddi sorunlara yol açabilir. Halbuki sağlıklı florası olan çocuklarda önemli bir sorun olmaz. Bu firmalar ancak kendileri ile bağlantıları olan bilim adamlarına aşı araştırması yaptırırlar.

Çocuk hasara uğramışsa aşı bardağı taşıran son damla olur. Çocukları aşılamadan önce bağırsak floralarını düzeltmek gerekir.

Hakim tıbbi çevreler, cıva konusunda olduğu gibi bu önerilere de şiddetle tepki verecek ve bizleri yine halk düşmanı olarak ilan edeceklerdir. Ama biz cıva konusunda olduğu gibi doğru bildiklerimizi açıklamaktan korkmayacağız.

Tabii ki biz de çocuklara hiç aşı yapılmasın demiyoruz. Ama aşıların beyin üzerindeki etkilerinden de çocuklarımızı korumalıyız. Üstelik aşı yapan her hekim Hipokrat yemini ettiklerine göre ebeveynlere aşının muhtemel zararlarından bahsetmeleri ahlaki ve vicdani görevleridir.

1. Belli bir risk yoksa 2 yaşına kadar hiç aşı yapmamak en iyisidir. Ama eğer anne Hepatit B taşıyıcısı ise bu süre içinde aşısı yapılmalıdır. Ayrıca yakın çevrede boğmaca, kızamık ve çocuk felci gibi aşıyla önlenebilen bir hastalık salgını varsa bu aşılar mutlaka iki yaşından önce yapılmalıdır.

2. Timerosal ve alüminyum aşılardan çıkarılmalıdır. Aşılara adjuvan olarak daha az zararlı kalsiyum fosfat kullanılabilir .

3. Her aşı tek yapılmalı ve aralarında en az 3 aylık bir süre olmalıdır.

Bize göre sadece şu aşılar yapılmalıdır;

a. Boğmaca (asellüler)

b. Difteri

c. Tetanos

d. Çocuk felci (Salk aşısı)

e. Hepatit B

f. Kızamık (tek aşı olarak)

g. Verem

Otizmli çocuklarda ortak metabolik ve diğer biyolojik veriler nelerdir, aileler neye dikkat etmeliler?

Ortak sorunların başlıcaları şunlar;

Mide-Bağırsak sorunları

Bağırsaklardaki faydalı/zararlı bakterilerin dengesizliği

Başta süt proteini ve buğday proteinleri olmak üzere çeşitli besin entoleransları

Vitamin, mineral ve amino asit eksiklikleri

Yetersiz güneşlenme (D vitamini eksikliği)

Ağır metal, tarım ilaçları ve diğer kimyasal ve fiziksel toksinlerin varlığı

Hocam, Otizm’de diyet dediğimizde aileleri en çok zorlayan şeyler neler oluyor ?

Ev dışında beslenme tedavisini uygulamak çok zor.

Piyasada satılan hazır yiyeceklerin birçoğunda zararlı olabilecek katkılar var.

Glüten ve kazeinden yoksun gıdaları da bulmak zor.

Eve bağlı olan küçük yaştaki çocuklarda beslenme tedavilerini yapmak daha kolay ve tahribata daha az uğradıkları için tedavi başarısı da yüksek.

Hocam, son yıllarda otizm ve bağırsaklardan başlayan ve beyne kadar uzanan birçok organ ve sistemde sorunlar olduğu bilimsel kanıtları ile ispatlandı. Tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan misali genetik zayıflıklarımızı mı suçlayacağız yoksa gereksiz kullanılan antibiyotiklerden tutun da katkılı gıdalara kadar uzanan yanlışlar zincirini mi?

Birkaç istisna dışında ortada bariz bir genetik bozukluk yok. Ama olumsuz çevre şartları ve toksinler genler sağlam bile olsa onların fonksiyonlarını bozmaktadırlar.

Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir konu var mı?

Otistik bir çocuk annesi olmanın ötesinde biyomedikal sorunlara son derece hakim olduğunuz anlaşılıyor. Sorduğunuz sorularla da beni epeyce sıkıştırdınız.

Ben son olarak madem ki otizm tablosunda genetik değil çevresel faktörler ana rolü oynuyor, o halde bunlara karşı koruyucu tedbirler almamızın şart olduğunu düşünüyorum. Aksi halde otizm salgınının önüne geçemeyiz. Başlıca tedbirleri kısaca sıralayacak olursak;

Doğum öncesi tedbirler

Hamile kalınmadan en az 6 ay önceden itibaren anne adaylarının aşağıdaki tedbirleri alması gerekir (Bu tedbirler birçok doğumsal anormalliği, prematüriteyi, düşük doğum tartısını ve birçok hastalığı da önleyecektir).

• Varsa anne adayının dişlerindeki cıva içeren amalgam dolgu maddesinin çıkartılmalıdır.

• Cıva ve diğer ağır metalleri içeren balık ve deniz ürünlerinin yenmemesi (hamsi ve sardalye gibi küçük balıklar daha az ağır metal içerir).

• Gebelik sırasında timerosal (cıva) içeren aşıların aşılarının yapılmaması gerekir. İhtiyaç halinde ve tetanoz aşılarının timerosalsiz olanlarının yaptırılması (Grip aşılarının bazıları timerosal içerir. Ayrıca hamilelere grip aşılarının yaptırılması gerekmez. Çünkü grip sağlıklı beslenen bir gebeyi genellikle fazla etkilemez. Kaldı ki grip aşılarının koruyuculukları da oldukça kuşkuludur.

• Taş devri diyetinin yapılması (www.beslenmebulteni.com)

• Unlu ve şekerli gıdalardan kaçınılmalıdır.

• Bol taze sebze ve az şekerli meyve yenilmelidir.

• Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren ‘light’ hafif yiyecek ve içecek tüketilmemesi gerekir.

• Katkımaddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yenmemesi gerekir.

• Yeterli balık yağı (omega-3) alınması gerekir.

• Ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi omega-6 ve trans yağ asitlerinden zengin yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağların (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yenilmesi.

• Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenilmesi.

• Ekşimeyen yoğurtların, kaymak bağlamayan sütlerin tüketilmemesi gerekir.

• Pastörize ve homojenize sütlerden mümkün olduğunca kaçınılması. UHT teknolojisi uygulanılmış olan kutu sütlerinin tüketilmemesi gerekir.

• Özgür dolaşan hayvanların etininin ve yumurtalarının yenilmesi gerekir.

• Çevresel toksinlerden uzak durulması gerekir.

Doğum sonrası bebekte alınacak ek tedbirler

• Zaten zorunlu olan fenilketonüri taramasının yapılıp yapılmadığının kontrol edilmesi (fenilketonüri de otizme yol açan bir hastalıktır, yenidoğan bebeklerin topuğundan bir damla kan alarak yapılır).

• İlk altı ayı tek başına olmak üzere anne sütünün bir yıl ya da daha iyisi iki yıl boyunca alınması

• Çocuklarda yutmayacaklarından emin oluncaya kadar florlu diş macunu ve ayrıca flor tableti verilmemesi (sodyum florür toksiktir). Diş çürüklerinin en önemli nedeninin unlu ve şekerli gıdalar olduğu unutulmamalıdır.

• Sağlık Bakanlığının belirttiği zorunlu aşılar dışındaki aşıların yaptırılmaması.

• Yeteri kadar kadar balık yağı (omega-3)tüketilmesi.

• Ek gıdaların doğal olmasına dikkat edilmesi ve un ve şeker içeren gıdaların mümkün olduğunca verilmemesi

• Bebeğin güneşlendirilmesi ya da D vitamini takviyesi verilmesi (günde kilo başına100 ünite verilmesi güvenlidir).

Hocam yoğun işleriniz arasında bana vakit ayırıp, verdiğiniz son derece yararlı bilgiler için çok teşekkür ederim.

Serpilgül Vural

http://ekemis.com/2013/10/03/prof-dr-ahmet-aydin-ve-otizm-uzerine-soylesi/

KAYNAKLAR

  1. Blaxill MR. What’sGoing On? TheQuestion of Time Trends in Autism. Public Health Rep. 2004; 119(6): 536–551.
  2. http://www.cdc.gov/nchs/data/nhsr/nhsr065.pdf
  3. Kawashima H, Mori T, Kashiwagi Y, Takekuma K, Hoshika A, Wakefield A. Detection and sequencing of measles virus from peripheral mononuclear cells from patients with inflammatory bowel disease and autism. Dig Dis Sci. 2000;45(4):723-9.
  4. O’Leary JJ. Measles virus and autism. Lancet. 2000 26;356(9231):772.
  5. Singh VK, Jensen RL. Elevated levels of measles antibodies in children with autism. Pediatr Neurol. 2003;28(4):292-4.
  6. Wakefield AJ. MMR vaccination and autism. Lancet. 1999;11;354(9182):949-50.
  7. Singh VK, Lin SX, Newell E, Nelson C. Abnormal measles-mumps-rubella antibodies and CNS autoimmunity in children with autism. J BiomedSci. 2002;9(4):359-64.
  8. Verstraeten T, Davis RL, DeStefano F, Lieu TA, Rhodes PH, Black SB, Shinefield H, Chen RT; Vaccine Safety Datalink Team. Safety of thimerosal-containing vaccines: a two-phased study of computerized health maintenance organization data bases. Pediatrics. 2003;112(5):1039-48.
  9. Ip P, Wong V, Ho M, Lee J, Wong W. Mercury Exposure in Children With Autistic Spectrum Disorder: Case-Control Study. J Child Neurol.2004; 19: 431-434
  10. Andrews N, Miller E, Grant A, Stowe J, Osborne V, Taylor B. Thimerosal exposure in infants and developmental disorders: a retrospective cohort study in the United Kingdom does not support a causal association. Pediatrics 2004;114:584-591.
  11. Ball LK, Ball R, Pratt RD. An assessment of thimerosal use in childhood vaccines. Pediatrics 2001;107:1147-1154.
  12. DeSoto MC, Hitlan RT. Blood Levels of Mercury Are Related to Diagnosis of Autism: A Reanalysis of an Important Data Set.J Child Neurol, 2007; 22(11): 1308-1311
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bağlı Kal

6,834BeğenenlerBeğen
1,577TakipçilerTakip Et
0AboneAbone Ol

Son makaleler