Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar

0
2159

Çocuk diş sağlığı

Çocuk ve diş kelimeleri yan yana geldiğinde, ailelerin hafızalarının derinliklerine gömdükleri kâbusları görür gibi oluyorum. Gerçekten de dişlenme serüveni aileler için sancılı geçebiliyor. Hele ki bir de duruma ateşli bir hastalık katılırsa tablo daha da sıkıcı bir hal alıyor. Diş çıkarırken çocuğun ateşinin yükselmesi, esasında bu sevimsiz duruma eşlik eden bir bulgu değil. Gayet tabii, ateşi yükselmeden de sadece ağız içi belirtiler göstererek diş çıkaran birçok çocuk var. Bunun yanında gergin ve stres altında olan, beslenmekten kaçınan bir çocuğun hastalığa yakalanmasının kolay olması beklenen bir durumdur.

Çocuklar ortalama olarak 6 aylık iken ilk dişlerini çıkarırlar. Bu dişler genellikle alt kesici süt dişleridir. Eğer özel bir hastalık tablosu söz konusu değilse 6 aylık gecikmeler normal kabul edilir. Bu gecikmeler genetik ve çevresel faktörler ile ilişkili olabilir. Eğer çocuğun 18 aylık olana kadar hiç dişi çıkmazsa konuyla ilgili diş hekimine müracaat edilmesinde fayda vardır. 18 aya kadar olan gecikmeler, çocuğun genel sağlığında bir problem gözlenmiyor ise normal kabul edilir. Tüm süt dişleri ise ortalama 3 yaşında çıkmış olur. Bunların dışında bir de dişli doğan veya ilk 1 ay içinde dişi çıkan çocuklar olabilir. Bunlar muhtemelen fazlalık olan süt dişleridir. Eğer bu dişler sallanıyor ise doğumdan sonraki en az 10 günden sonra çekilebilir. Eğer sallanmıyor ve dişin kenarları anneyi emzirme sırasında rahatsız ediyorsa dişler diş hekimi tarafından törpülenebilir.

İdeal hallerde insanlar çocuklukta 20, yetişkinlikte 32 olmak üzere yaşam boyunca toplamda 52 dişe sahip olur. Ağza ilk veda eden süt dişleri genellikle ağızda ilk görünen alt kesici süt dişleridir. Bu da ortalama 6-7 yaşına denk gelir. Aslında yaygın kanının aksine ağızda ilk çıkan kalıcı dişler çoğunlukla alt kesici dişler değildir. İlk çıkan kalıcı dişlerimiz, 6 yaş dişi diye de tabir ettiğimiz kalıcı 1.büyük azı dişlerimizdir. Maalesef ebeveynlerin farkındalığının yetersiz olması nedeniyle kalıcı 1.büyük azı dişler de süt dişi gibi algılanır ve çürümeleri, hatta kayıpları bile önemsenmez. Ortadan itibaren saymaya başladığımızda 2 kesici, 1 köpek ve 2 tane süt azı dişimizin ardından 6.diş olarak kalıcı 1.büyük azıları görürüz. Tüm süt dişlerinin çürümesi önemli olsa da bize yaşam boyu hizmet edecek olan ve çiğneme yükünün ciddi bir bölümünü kaldıracak olan bu dişi kaybetmek ağız sağlığının devamlılığı için oldukça büyük problem haline gelebilir.

Çocuklarda görülen diş çürüğü ile yetişkinlerde görülen diş çürüğü hemen hemen aynıdır. Aradaki tek büyük fark çocuğun kendi bakımını yapamayacak durumda olması ve bakımının ebeveynin sorumluluğunda olmasıdır. Bu konu hakkında ne yapmalıyızdan çok ne yapmamalıyızı konuşmalıyız.

Bir kere çocuklar anne sütünden başka süt almamalı. Her canlının sütü kendi yavrusu içindir. Başka hayvanların sütü bize uygun bir kimyasal kompozisyon içermiyor. Üstüne üstlük sütler UHT teknolojisiyle işlenerek tabiri caizse “Katledilen gıdalar” kategorisine dâhil oluyor. Süt doğal olarak elde edilip kaynatılsa bile içindeki enzimler tahrip olduğu için sindirilmesi zor oluyor ve bir dizi problemlere yol açıyor. İnsanoğlu olarak süt ürünleri tüketmek gibi bir zaruriyetimiz yok. Süt ürünü kullanmayan birçok toplum var ve hiçbirisi de bundan ötürü bir eksiklik yaşamıyor.

Buna ilaveten süt insanlık tarihi için yeni gıdalardan sayılır ve takdiriniz üzere süte erişim için öncelikle otçul hayvanların evcilleştirilmesi gerekir. İlla süt diyete dâhil edilecekse kendisi değil, ev yapımı yoğurt, lor peyniri, mayalı diğer peynirler, kefir gibi ürünler kullanılmalıdır. Yani süt canlandırılmalıdır. Ayrıca böyle bir uygulama neticesinde sütün içindeki şekerlerin bir kısmı mikroorganizmalarca kullanılmış olur.

Emzirme sonrasında dudağın altında, arkasında ve yanağın hemen arkasında kalan bölgeler tülbent veya yumuşak bir bezle silinmelidir. Çocuklar emzirme sonrası memede fazla bekletilmemelidir. Sütün içinde de hatırı sayılır şeker olduğu unutulmamalıdır. Normalde süt şekeri bağırsaktaki faydalı mikroorganizmalarca başarılı bir şekilde kullanılabilir ancak ağız ortamındaki faydalı mikroorganizmaların çeşidi ve sayısı var olan süt şekerini harcamaya yetmez. Bu durumda doğanın “Yemeyenin malını yerler.”kuralı devreye girer ve şeker uzun süreler boyunca ağızda mayalanarak mikroorganizmaların asit üretmesine vesile olur. Asit de haliyle diş çürüklerine neden olur.

Çocuklarda en sık yapılan hatalardan birisi de canı istiyor diye her uzandığının verilmesidir. Şekerin tadını bilmeyen bir bebeğin merak edip uzandığı gıdalar ya da cisimler, canının çektiği anlamını taşımaz. Bebekler hemen her objeyi sıktırmak, ağzına almak ve parça pinçik etmek isterler. Onlara ebeveyn olarak gıdaları tanıtan sizlersiniz.

Üç yaşını doldurmuş bir çocuğun kendi iradesiyle ayaklanıp market rafından kola alması beklenemez. Ne yazık ki, çocuğun fabrikasyon ürünü tatlı gıdalara alıştırılmasında anneannelerin ve dedelerin de büyük payı var. Bu isteğin kaynağı nereden geliyor bilemiyorum ama hiç şeker bağımlılığı edinmemiş bir çocuğu erken yaşta şekerle tanıştırmak ona yapılacak en büyük kötülüktür. Bu girişimin tek şakşakçısı mikroorganizmalar olacaktır. Vücut bundan salt zarar görecektir. Vücut kendi şekerini kendi yapabilir. Aynı diğer canlılarda ve doğal habitatında yaşayan insan topluluklarında olduğu gibi dışarıdan herhangi bir şeker ilavesine ihtiyaç yoktur.

Bunların haricinde elimizde oyuna sürülebilecek çok güzel bir koz daha var, probiyotikler. Probiyotikler vücudumuzun sağlıklı olması halinde kendileri de bu durumdan fayda gören mikroorganizmalardır. Birçok alanda ise hastalık yapıcı mikroorganizmalarla savaş halindedirler. Eğer biz hastalık yapanlar adına güzel bir ortam oluşturmak için ekstra bir çaba göstermiyor isek bu savaşı genellikle faydalı olanlar kazanır ve iki taraflı fayda ilişkisi neticesinde biz de yaptığımız yatırımın karşılığını almış oluruz. Kefir, yoğurt, sirke, turşu vb. fermante ürünler en sık kullanılan probiyotik gıdalardandır. Elbette bunların da probiyotik ve gerçek faydalı etkilerini gösterebilmeleri için ev ortamında katkı kullanılmadan yapılmış olması gerekmektedir.

Toplumda çürük süt dişlerinin tedavisinin gerekliliği gün geçtikçe daha iyi anlaşılsa da henüz yeterli bilinç yerleşmiş değil. Dişlerin boşlukları doldurmak gibi kötü bir huyları var. Süt dişlerinde çürük nedeniyle meydana gelen yer kaybı, arkadaki dişlerin öne doğru kaymasına neden olarak alttan gelecek olan kalıcı dişlerin düzgün sürmesine engel olacaktır. Yeterli yeri bulamayan kalıcı dişler ya sürmeyip gömülü kalacak ya da çapraşık çıkacaktır. Bu durumda da ortodontik tedavilerin yolu açılmış olur. Malumunuz kendileri oldukça uzun süren ve pahalı bir tedavi. Eğer erken kaybedilmesi zorunlu olan bir sütü dişi varsa alttaki kalıcı diş çıkana kadar mevcut olan yer mutlaka yer tutucularla korunmalıdır. Zamanında alınacak basit tedbirlerle veya gerekli tedavilerin yapılması ile bu gibi sorunları en aza indirmek elinizde.

Kutsal Su: Flor

Diş hastalıklarından korunmak için üstünüze düşen tüm görevleri anlattığımıza göre gelelim günah çıkartma seanslarımıza. Uçurumdan atlayıp da havada asılı mı kalmak istiyorsunuz? Çamurla oynayıp da tertemiz mi çıkmak istiyorsunuz? İşte flor tam size göre. Öyleyse kullanmak için daha neyi bekliyorsunuz!

Bazen böyle reklamlar göreceğimden korkmuyor değilim. Doğaya aykırı bir madde ancak bu kadar yaldızlanarak piyasaya sürülebilir. Çok şükür ki ülkemizde sular florlanmıyor. Amerika’da ve Avustralya’da suların florlanması daha yaygınken Avrupa’da ve Asya ülkelerinde çok nadir olarak uygulanıyor.

Flor neredeyse gördüğü her elementle bileşik oluşturma becerisinde olan çok aktif bir element. Yeryüzünün üst kısımlarında fazla miktarda bulunmayan flor daha ziyade magmaya yakın bölgelerde çok bulunuyor. Volkanik aktivitenin görüldüğü birçok yerde yeryüzüne de hatırı sayılır miktarda flor ulaşmış oluyor. Doğadaki canlılığın çekirdek döngüsünde yeri olmayan bu elementin büyük miktarlarda kullanılmasına neden karşı çıktığımıza başlıklar halinde değinmek yerinde olur.

Canlılarda birçok elemente az ya da çok ihtiyaç var. Florla aynı grupta bulunan klor ve iyot vücudun cüzi oranlarda ihtiyaç duyduğu elementlerdendir. Ancak flor için bu geçerli değil. Vücudun flora olan ihtiyacı henüz gösterilmiş değil. Florun vücutta herhangi bir yardımcı enzim rolünü üstlendiği bir reaksiyon bulunmamaktadır. Yani vücudun flora neredeyse hiç ihtiyacı yok denebilir.

Suların veya tuzun florlanması ilaç biliminin temel prensiplerine aykırıdır. Flor suya katıldığı vakit, bunu 7’den 70’e genç, yaşlı, hasta, sakat herkes içmiş oluyor. Üstelik dozu kontrol etme şansınız da yok. Kimin ne kadar su içeceğini önceden bilme veya bunu sınırlama şansınız yok. Bu uygulama etik ilkelere aykırıdır. Suya flor katmak, herhangi bir ilacı suya karıştırmak kadar cüretkâr bir uygulamadır.

Doğada volkanik faaliyetler sonucu yeryüzüne ulaşmış olan flor genellikle kalsiyum florür şeklinde vücuda alınmaktadır. Kalsiyum florürün sudaki çözünürlüğü ve bağırsaklardan emilimi oldukça azdır. Buna karşın sodyum florür ve diğer metallerin florla bileşikleri genelde çok miktarda emilir.

Bugüne kadar flor eksikliğine bağlı hiçbir hastalık tablosu tanımlanmamıştır. İyotun ve klorun eksikliğine dair hastalıklar varken florun eksikliğine dair, diş çürüğü de dahil olmak üzere hiçbir hastalık bulunmamaktadır. Diş çürüğü flor tüketimi azlığıyla ilişkili değildir. Florun diş minesini aside daha dirençli hale getiriyor olması, onun eksikliğinde diş minesinin korunamayacağı anlamını taşımaz.

Florun anne sütündeki oranı(0.005 ppm) ise son derece düşüktür. Yani anne sütünde flora karşı bir bariyer bulunmaktadır. İlkel kabilelerde anne sütündeki bu haklı sınırlamadan doğan, diş çürüğü dahil herhangi bir hastalık görülmemektedir. Florlanmış sularda ve florlu ağız bakım ürünlerinde ise bu oranların kat ve kat fazlası vardır.

Flor vücutta birikim yapabilen atılımı zor bir maddedir. Özellikle asidik idrarla ve az su tüketimiyle beraber florun vücuttan uzaklaştırılma miktarı azalmaktadır.

Modern çağın hayat ve beslenme tarzı sonrasında artmış olan diş çürüğü oranları, ağız bakımının artırılmasıyla beraber hemen her ülkede aşağı seviyelere çekilmiştir. Oranlarda görülen bu düşüşler flordan bağımsız olarak hem suya flor katan hem de katmayan ülkelerde benzer miktarlarda olmuştur. Farklı yıllarda suyu florlamayı bırakmış ülkelerin çürükle başa çıkma gücünde ise bir değişiklik gözlenmemiştir. Yani diş çürükleri florlama terk edildiğinde birden artmamıştır.

Flor dişlerde estetiği bozan renklenmelere neden olur. Kişilerde yitirilen estetiğin geri kazanılması için bir çabaya ihtiyaç vardır. Dişte florozis gördüğümüz kişilerin kemikleri ise çoktan etkilenmiş demektir. Bir kişinin iskeletinin etkilendiğini ifade etmek için illa iskeletsel florozis boyutuna taşınması gerekmiyor. Yapılan çalışmalarda florun kemikteki yapım-yıkım döngüsünde aksaklıklar yaptığını ve kemik kanserleri miktarını artırdığı gösterilmiş. Isparta daha önceleri volkanik gölden su temini yaptığı için florozisin görüldüğü bir bölge. Zira Isparta bölgesinde eğitim görmüş biri olarak diğer bölgelere göre gerçekten çok sayıda idiopatik osteoskleroz ve kemik kanseriyle karşılaşıldığını biliyorum.

Flor tiroid hormonu üretimini azaltıyor. Suları florlanan ülkelerde artan hipotiroidi vakalarını gösteren bir yığın çalışma mevcut. Elbette birçok farklı faktör de hipotiroidide rol oynuyor. Ancak flor faktörünün yalınlaştırıldığı çalışmalarda flor kullanımının tiroid hormonlarını azalttığı gösterilmiş.

Diş macunlarındaki sodyum florür ise dilaltından bir miktar emiliyor. Yutulmaları ise ayrı bir problem. İster yetişkin olsun, ister çocuk, diş macunu kullanan herkes fırçalamanın bitiminde az ya da çok macun yutacaktır. Üstelik içindeki bir sürü kimyasalla beraber.

Farz edelim ki, bizim ortaya koyduğumuz çalışmalar külliyen yanlış ve vücudun flora ihtiyacı olduğu henüz ortaya koyulamadı ama gelecekte ispatlanacak. Bu durumda bile yapılanların yanlış olduğu çok açık ortada. Çünkü eğer flora çok az düzeyde ihtiyacımız varsa bile dış kaynaklar(çay, kozmetik ürünler, petrol ürünleri vb.) sebebiyle haddinden fazla flora maruz kalıyoruz. Diyelim ki, yine yanılıyoruz ve diş çürüklerini önleme konusunda tek başına çok çok başarılı. Yine de bu etkisi, bu kadar yıkıcı etkisi bulunan bir elementi kullanmamızı asla haklı çıkarmayacak. Tüm ruhumla florun karşısına dikilsem de sadece ağız içi dişlere uygulanmasını o kadar da kötü karşılamıyorum. Çürük aktivitesi yüksek olan çocuklara uygulanabilir.

Buna rağmen floru kullanmamak konusunda sizi yeterince ikna edememiş olabilirim. Lakin yine de şunu söylemek istiyorum. Öncelikli hedefiniz günahı temizlemeye çalışmak olmamalı, hedefiniz bu bağlamda günah işlememek olmalıdır.

Diş Hastalıklarının Tedavisi

Şu an malum konudan konuştuğumuzda göre dönülmez akşamın ufkundasınız ve bazı şeyler için vakit çok geç demektir. Size sunulabilecek hiçbir tedavi seçeneği orijinal sürümün özelliklerine sahip olmayacaktır. Yine de usta eller ve yeterli teknik imkân sayesinde arayışlarınız büyük ölçüde karşılığını bulabilir. Söylerken çok artistik duruyor ancak gerçek hayatta bu ideal tedavi seçeneğinin somut örneklerini görmek ne yazık ki çoğu zaman mümkün olamıyor.

Size burada tedavi seçeneklerini uzun uzun anlatmayacağım. Zaten başvurduğunuz diş hekimleri ellerindeki imkân doğrultusunda sizi yönlendiriyorlar. Bizim buradaki hedefimiz ayrı düşülen konuları biraz daha iyi irdeleyebilmek olmalı. Tedavileri kabaca ifade etmemiz gerekirse, kurtarılabilecek olan dişlere dolgu ve enfeksiyonun dişin özüne kadar indiği hallerde kanal tedavisi, dişin ne dişeti tedavisiyle ne de tamir işlemleriyle ağızda tutulamayacak olduğu durumlarda ise çekim yapılır. Seçenekleri diş hekimi artısıyla eksisiyle size sunmakla yükümlüdür. Unutmamanız gereken çok önemli bir kural var. Ağrı veren veya ileri raddeye taşınmış olan iltihaplar bekleyerek geçmez. Ağrısının geçmesi probleminizin gerilediği anlamına gelmeyebilir. İmkânlarınız dâhilindeyse tedavi yelpazeniz çok daralmadan önce diş hekimine başvurmanız önemle rica olunur.

Gelelim günümüzün en çok tartışılan konularından biri olan amalgama. Dişi vücuttan bağımsız olarak düşünebilseydik eğer amalgam heralde en ideal dolgu malzemesi olurdu. Lakin estetik kaygılar ve uygun olmayan yapımı yüzünden kişilerde civa birikimine neden olan faktörlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Ratlarda (laboratuar fareleri) yapılan çalışmalarda amalgam içine konulan radyoaktif olarak işaretlenmiş civanın, normal kan civa seviyelerini 8-10 katı değerlere kadar yükseltebildiği gösterilmiş. Üstelik beyin, karaciğer gibi önemli organlarda da hatırı sayılır oranda birikebiliyor. Lakin çalışmaya bir de şu açıdan bakmak lazım. Birincisi, ratların dişlerini vücuduna oranladığımızda bizdeki orandan daha büyük olduğunu görürüz. Yani bizde aslında tüm vücut kütlesine göre daha az amalgam kullanılmaktadır. İkincisi, çalışmalarda farelere yapılan amalgam dolguların parlatılıp parlatılmadığı ifade edilmemiştir.

Eğer parlatma yapılmadıysa her çiğnemede daha fazla civanın ve çevresel etkenlere bağlı olarak daha fazla civa buharının kana karışması olasıdır. İnsanlarda ise birçok farklı kaynaktan civa alımı söz konusu olduğu için amalgam dolguların bu pastadaki payının gerçek düzeyini bilimsel olarak ortaya koyabilmek oldukça güçtür. Parlatması iyi yapılmış ve dişin anatomik hatlarıyla uyumlu yapılmış bir tane amalgam dolgu taşımanın bana göre belirgin bir zararı yoktur.

Son dönemlerde amalgam dolguların değişmesiyle ilgili taleplerde genel bir artış göze çarpıyor. Şu bilinmelidir ki, uzun yıllardır ağızda taşınan, dişte herhangi bir çürük oluşumuna sebep olmamış ve hastaya sıkıntı çıkarmayan bir amalgamın sökülmesi daha uygunsuz bir girişim olacaktır. Çünkü amalgam yapılırken hastanın civayla çok fazla münasebeti yoktur. Asıl zarar amalgam dolgu sökülürken ortaya çıkar. Döner aletlerle amalgamın sökülmesi sonucu ister istemez açığa ısı çıkar ve fazla miktarda civanın buharlaşmasına neden olur. Diğer yandan toz haline gelen parçalar ağız dokularına yapışabilir ve yutulabilir ya da direk kana geçebilir. Ortaya çıkan civadan asıl payı diş hekimi almaktadır. Yine de amalgam dolgunun sökülmesi gerekiyorsa, hastaya lastik örtü takılmalı ve amalgam çevresinden aşındırılarak el aletleriyle kanırttırılmak suretiyle çıkarılmalıdır. Hekim çift maske kullanmalıdır.

Kompozit(namıdiğer beyaz dolgu) dolgular amalgam dolgular kadar başarılı hale gelebilmişlerdir. Ancak küçük bir azınlık haricinde gerçekten çok kaliteli kompozit dolgular kullanılmamaktadır. Üstelik kompozit dolgular yapımları sırasında az miktarda nemden bile etkilenebilirler. Bu nedenle bazı ağızlarda, bazı dişlerde uygulanmaları mümkün olmayabilir. Ya da hekimin çalışma şartlarından ötürü bir dolguya uzun süreler ayırma şansı olmayabilir. Nitekim kompozit dolgular amalgamların yerini tutabilmektedir ancak bu kadar yoğun hastanın diş hastanelerine başvurduğu bir ülkede işleri ideal yapmaya çalışmak hayalî bir girişimle sınırlı kalacaktır. Tabi malzemelerin ve işçiliğin fiyatına mukavelen serbest hekimleri tercih etme şansımız da var.

Diş hekimliğinde en çok istismar edilen konulardan birisi de antibiyotikler. Ülkemizde tavuk yemler gibi antibiyotik veriliyor. Sebebini bulamadınız mı edin duayı, basın antibiyotiği. Bir şekilde tutar nasıl olsa. Diş hassasiyetine antibiyotik yazılan hasta görmüşlüğümüz bile var. Apse yapmış dişlerin antibiyotik kullanılarak çekilmesine gerek yoktur. Antibiyotik sadece çekilecek dişi olup da dişinden kaynaklı iltihap nedeniyle sistemik olarak ateş görülen düşkün hastalarda kullanılır. Yine standart tedavilerle düzelmesi güç bazı dişeti hastalıklarında kullanımı tercih edilebilir.

Elbette bu tedaviler sırasında gerekli olduğu yerlerde radyografik tekniklere başvurmak kaçınılmaz olacaktır. Diş radyografilerinde, civar dokularda etkilenebilecek en hassas organ tiroid bezi olduğu için mutlaka tiroid koruyucu takılarak film alınmalıdır. Dijital radyografiler geleneksel radyografilere göre kişilere daha az radyasyon vermektedir.

Ağız dokusunun sağlığı

Sigara hâlâ günümüzdeki en büyük sağlık problemlerinden birisi. Diğer tüm sistemlere olduğu gibi sigaranın da ağız dokularına oldukça büyük zararı var ve ağız kanseriyle ilişkisi oldukça kuvvetli. Bunun yanında diş taşını ve eklentileri daha inatçı hale getiriyor ve dişeti hastalıklarını şiddetlendiriyor. Gerçekten nihai başarının hedeflendiği dişeti tedavisi için sigaranın bırakılması şart.

Ağızda meydana gelen beyaz ya da kırmızı yaralar 2 haftadan uzun sürüyor ve geçmiyorsa mutlaka bir diş hekimine muayene olunmalıdır. Ağız kanserleri erken evrede yakalanmadıklarında tedavi süreçleri oldukça sancılı geçmektedir. Bazen öyle hastalar görüyoruz ki, ağzındaki tümör onu artık gerçekten rahatsız edecek boyuta ulaştığında kliniğe başvurmuş. En azından günde bir kere aynada ağzınıza bakmayı kendinize çok görmeyin.

Adından belirgin bir sağlık problemi olarak bahsedilmese de aftlar toplumun hatırı sayılır derecede büyük bir kesimini etkilemektedir. Tıptaki şu meşhur “Sebebi bilinmez.”yaftasını alanlardan biri de afttır. Aftların sebebi genelde üzerinde durulduğu gibi vitamin eksiklikleri, stres, beslenme yetersizliği olabileceği gibi ağız içi diş kenarının kesmesi gibi bölgesel bazı problemlerden de kaynaklanabilir. Aftların en çok göz ardı edilen sebebi ise alerjiler ve/veya besin emiliminin bozulmasıdır. Aslında çölyak boyutunda olmasa da birçok kişide kayda değer düzeylerde glutene veya diğer tahıl proteinlerine karşı toleranssızlık vardır. Tahılların tohumları besin olabilecek diğer tohumlarla karşılaştırıldığında korumasız oldukları için içlerinde kendi zehirlerini barındırmaktadır. Tahıl proteinlerinin epitel hücrelerindeki bağlantıyı koparma ve bağırsakta yangıya sebep olarak besin emilimini bozması gibi ağız içine yansıyan belirtileri olabilmektedir. Bu nedenle bir kişi sık aft geçiriyorsa ilk yapacağı iş tahılları kesmek ve beslenme rejimini doğal gıdalarla düzenlemektir. Yine bağırsakta yerleşmiş olan hastalık yapıcı mikroorganizmaların kana geçen toksinleri de benzer sorunlar ortaya çıkarabilmektedir. Geleneksel çin tıbbından kullanılan dil muayenesi de genel sağlığa dair birçok ipucu verebilmektedir.

Velhasıl diş hekimliği yedek parçacı zihniyetiyle yürütülmemeli, ağzın vücut ile ortak hareket eden bir parça olduğu ve vücudun yansımalarının ağızda görülebileceği unutulmamalıdır. Bütüncül diş hekimliği bakış açısıyla hastalara yaklaşılmalıdır.

Hastalara verebileceğim tek tavsiye ise elimize düşmemek için öz bakımlarına özen göstermeleri gerektiğidir. Unutulmamalıdır ki hekim tedavi sırasında sadece pası verir, gerekli bakımı yaparak ve sağlığına özel göstererek golü hastanın kendisi atar. Sana sesleniyorum üşengeçliğin kitabını yazmaya üşenen adam, dişini de mi ben fırçalayayım?

Onur Şahin

Editörün notu: Geçen yıl yazdığım ‘Kötü beslenme dişlerimizi çürütüyor’ yazımı da okumanızı tavsiye ederim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz