Biyolojik silahlar midemizde

0
881

Çok kritik bir dönemdeyiz. Genetik yapısı değiştirilmiş gıdaların ülkemize girişi, satışı hatta tarımı serbest bırakılmak isteniyor. Meclis’te GDO yasası oylamaya sunulmak üzere. Bu yasa, herhangi bir yasa gibi değil. Doğurganlığımızı, torunlarımızı, geleceğimizi, hatta bir geleceğimiz olup olmayacağını belirleyecek.

Bültenimizin bu sayısını genetik yapısı değiştirilmiş yiyeceklerle ilgili “derin gerçekleri” öğrenmek için www.iyilikguzellikcom sitesinin Kemal Özer’le yaptığı röportaja ayırdık. Kemal Özer Gıda Güvenliği Hareketi Derneği Başkanı ve hayykitap’tan çok yakında yayınlanacak olan Deccal Tabakta: Siyasi, Dini ve Vicdani Açıdan GDO kitabının yazarı.

İsterseniz önce şunu açalım. Birçok insanın kafasında bilim kavramı ilerleme, medeniyet, refah, iyilik, güzellik kavramları ile bir arada düşünülüyor. Günümüzde bilimin insanlığın ortak faydası için yapıldığını söyleyebilir miyiz?

İbn-i Sina diyor ki; ‘Tıbb insanlara meslek olduktan sonra ilim olmaktan çıkmıştır.’ Ah keşke bu sorunuza ‘evet’ demek mümkün olsaydı. Ne yazık ki bilim ticari bir meta halini almıştır.

Şu anda bilim kimin için yapılıyor? Daha doğrusu şöyle soralım; ticari bir meta haline gelmiş olan bilimin patronu kim?

Bilim büyük oranda insanlığın ortak faydasını artık kale almıyor. Günümüzde bilim, küresel güçlerin hedeflerine ulaşmalarını sağlamayı amaçlıyor. Bilimin patronu dediniz, bu çok doğru çünkü günümüzde bilimin patronu Bilderberg’in kurucusu Rothschild ve Rockefeller aileleridir. Bilim onların belirlediği hedefe koşan bir ‘Truva atı’ konumuna getirilmiş durumda.

Şu sıralar çok tartışılan ve sizin de Deccal Tabakta kitabınızda konu edindiğiniz bilimin nispeten yeni bir dalına geçelim. Biyoteknoloji, canlılar üzerinde uygulanan teknoloji anlamına geliyor olsa gerek. Canlı ve teknoloji kelimelerini zihnimizde yan yana koymak çok güç. Canlılar üzerinde nasıl bir teknoloji uygulanıyor?

Evet, aynen öyle. Canlı organizmaların yapısını geliştirme adı altında tahrif ve tahrip etme teknolojisi. Kimi çevreler hemen bundan bilim karşıtı bir çıkarımda bulunabilirler. Bu onların kötü niyetinden değil gerçeği görememelerinden kaynaklanıyor. Çoğunlukla önümüze konulan bir oyuncakla oynamaktan gerçeği göremiyoruz. Bu da malum çevrelerin bir planı.

Klonlama, hibrit tohum, GDO, kalıtım mühendisliği, genetik mühendisliği, bu terimler ne anlama geliyor, okuyucularımız için biraz açabilir misiniz?

Bu terimler aslında birbirini tamamlayan kavramlar veya teknolojiler. Canlıların yaşamı için en vazgeçilmezlerin başında yer alan tohumun insanlığın ortak mülkiyetinden küresel birkaç gücün nihayetinde de biraz önce zikrettiğimiz iki ailenin mülkü haline getirilmesinin ilk adımı hibrit tohum teknolojisidir. Aşı yöntemi ile karıştırılan bu yöntem bir aşılama ve geliştirme değildir. Mülkiyet değişimi için uydurulan kocaman bir yalan ve palavradır.

Genetik müdahale tür içi gibi sunulsa da tohumun kısırlaştırılması, tarım kimyasallarına bağımlı hale getirilmesi ve tohum mülkiyetinin el değiştirmesi nedeniyle GDO’dan daha çok üzerinde durulmayı hak eden bir konudur ve GDO’nun birinci safhasıdır. GDO’lu tohum ise hibrit tohumun ikinci adımı; tümüyle türler arası transferlerle felaketin kendisi. Hibrit tohum felaketin birinci, GDO ikinci, nano gıda ise üçüncü adımı. Bu safhalarda artık gıda sandığımız hiçbir şey gerçek değil. Bir otomobil gibi petrol tüketen insan ve hayvanlar haline getirilme süreci. Yani yok oluşa son hızla ilerleme.

Klonlama ise bir canlının fotokopisini çekme hadisesidir. Fotokopi ne kadar gerçekse klonlanmış canlı da aslına oranla o kadar gerçek. Klonlama bugünkü bilgiler ışında hiçbir zaman sürdürülebilir bir teknoloji olarak durmuyor. Ayrıca, sanıldığının aksine klonlananın tıpkısı değil sadece fizyolojik benzerliği olan farklı bir ruh taşıyan bir canlı.

Kalıtım mühendisliği ise canlı organizmalar üzerinde bilim ve teknoloji adına uygulanan bu yeni sürece verilen yeni maske isim. Özetle kalımın mühendisliği insan, hayvan ve bitkilere zulmeden ve her gün onların bedduasının alınmasına neden olan zulüm sistemidir. Genetik mühendisliği isminin yeni versiyonudur aynı zamanda. Bu çevreler bir yandan da yeni terimler üretirler ki, zaten kafası karışmış olan insanları biraz daha oyalasınlar…

Hibrit tohum nasıl elde ediliyor? GDO tohumun hibrit tohumdan farkı nedir?

Hibrit tohuma kısır tohum veya ebter tohum da deniyor. Hibrit tohumlar normal tohumların genlerinin değiştirilmesi ile elde ediliyorlar. Tabiî tohumlar ilaç, gübre veya hormon gibi herhangi bir tarım kimyasalına ihtiyaç duymadan yeşeriyor, verim veriyor ve elde edilen üründen tohumluk ayrılabiliyor. Anadolu’nun bazı köylerinde tabiî tohumlar halen bulunabiliyor.

Hibritte ise tohum kısır olmasa bile yeşermesi, verim vermesi, belirli ölçülerde olması hatta çiftçinin istediği takvimde hasat edilebilmesi için her biri birbirinden tehlikeli tarım kimyasallarına ihtiyaç duyuluyor. Hibrit tohumlar tür içinden (domatesten domatese gibi) laboratuar ortamında gen aktarımı ile yapılan, çalışmayı yapan şirketin mülkü haline getirilen, vitamin ve besin fakiri olmakla beraber zehir deposu ürünlerdir. GDO ise bunun tür dışı (bakteriden mısıra gibi) gen transferi içeren bir adım ilerisidir. Birbirlerinden farkları versiyonlarıdır.

Hibrit ve GDO’nun ülkemizdeki durumu nedir? Yasal mı, ekilip biçiliyor mu, yeniyor mu, ticareti yapılıyor mu? Bütün bunlar olurken vatandaşın haberi oluyor mu?

Dünyanın ilk hibrit tohum ekimini yapan üç ülkesinden biri Türkiye’dir. Diğerleri ise Pakistan ve Hindistan. 1940’lardan bu yana hibrit tohumlar bu ülkede ekildiği gibi devletin desteklediği bir illet durumundadır. Tohumların ezici bir kısmı hibrit tohum halini almıştır. Tohumculuk yasası ile hibritleştirme resmi devlet politikası haline gelmiştir.

GDO ise hibrite göre daha yeni bir durumdur. Ancak devletin resmi belgeleri ve ağızları son günlerde aksini iddia etseler de Türkiye halen GDO’lu ürün ekimi yapmakta ve GDO’lu ürün ithal etmektedir. Tarım Bakanı’nın da ifade ettiği gibi, mademki dünyadaki mısır, soya, kanola ve pamuğun yüzde 100’e yakın kısmı GDO’lu; o halde bu ülkedeki hemen her üründe kullanılan soya lesitini, soya unu, soya yağı, kanola yağı, pamuk yağı, pamuk ürünleri, mısır yağı, mısır şurubu/glikozu, mısır yağı nasıl olur da GDO’suz olabilir?

Kimse kimseyi kandırmasın, bu ülke GDO konusunda yol geçen hanı idi. Yeni durumda hiçbir şey değişmeyecek; bu kez sözde Kurul’un onayıyla GDO’nun cenneti olacak. Kamu erki ve siyasetçiler için bunun itirafı zor ama en yalın haliyle gerçek bu.

Tüketicilerin ezici bir kısmı bütün bunlardan habersiz. Haberdar olanlar ise tıpkı tiryakilerin alışkanlıklarını bırakma konusundaki iradesizliği ve duyarsızlıkları gibi alışkanlık ve bağımlılıklarını terk etmekte zorlanıyorlar. Ya atın ölümü arpadan olsun, ya da herkes yiyor bir şey olmuyor gibi bir düşünce var. Elbette herkes böyle düşünmüyor. Bazı çevreler sağlığı önceleyerek, bazı çevreler siyasi sonuçlarını düşünerek, az sayıdaki dindar çevre ise sağlık ve siyasi sorunlara ilaveten ‘haram’dır fetvaları nedeniyle GDO’lu ürünlerden sakınmaya çalışıyor.

Amerikalıların yüzde 60’ı hiç GDO’lu besin tüketmediğini sanıyor. Oysa ABD’de hemen herkes, her gün GDO’lu besin tüketiyor. Özellikle market yiyeceklerinin içindeki GDO mısır, soya, kanola, pirinç türevleri ile. Bunu bilmiyorlar çünkü market yiyeceklerinin etiketinde GDO’lu olduğu yazmıyor. Biz de Amerikalılar gibi, farkında olmadan GDO yiyor olabilir miyiz?

ABD, ‘Tüketici istiyor diye ürün etiketine GDO’ludur diye yazacak lüksümüz yok’ diyen adamlarca yönetilen bir ülke. ABD’de GDO’lu ürün tüketmemiş olanlar sadece dünyanın kaymağını yiyen Bilderberg taifesi ve efradıdır. Onun dışında herkes tıpkı Türkiye’deki herkes gibi mutlaka GDO’lu bir ürün tüketmiştir ve tüketmeye de devam ediyor.

Biyoteknoloji sadece tohumlarla alakalı olmasa gerek. Bitkilerin, hayvanların bedduasını alıyoruz demiştiniz. Başka hangi canlılar bu zulme uğratılıyor?

Uğramayan canlı türü var mı? Tarım kimyasalları nedeniyle her yıl binlerce canlı türü yok oluyor. Bitkiler de yok oluyor, hayvanlar da… İnsanlarda ise bu teknolojinin getirdiği kısırlaştırma ile ‘istenmeyen ırklar’ olarak tanımlanan bazı ırkların ortadan kaldırılması amaçlanıyor. Özellikle de kısırlaştırıldığı için çocuk sahibi olamayan milyonlarca ailenin geleceği karartılıyor.

“Ne yersen, osun” diye bir söz vardır. Kısır tohum yiyince kısır, yamyam tavuk ve yamyam sığır yiyince yamyam oluyor muyuz dersiniz? Deli dana hastalığı sığırları yamyamlığa zorlama yüzünden, yemlerine türdeşlerinin kanları, kemikleri katıldığı için patlak vermişti. Ya da, bağışıklık sistemi zayıflatılmış buğdaydan yapılan bir ekmeği yediğimizde bizim de bağışıklık sistemimiz çöküyor mu? Çocuklarımız bundan mı hep soluk benizli, hep hasta?

Zaten en önemli hedeflerden biri savunma sistemi çökertilmiş, hastalıklı insanlar oluşturmak. Sağlığı ile uğraşmaktan bilimle, düşünceyle, iktisatla, siyasetle ve gelecekle ilgilenmeyen toplumlar oluşturmak. Bunun en kolay yolu sürekli hasta bir toplum meydana getirmekten geçiyor. Her gün hasta, her gün hastane koridorları ve odalarında çürütülen bir ömür ve ilaç maymununa dönüştürülmüş bir insanlık.

GDO yasası ile sadece Tarım Bakanlığı’mız ilgileniyor. Konunun çok farklı boyutları olduğundan birçok bakanlığın bu kritik dönemde söz sahibi olması gerektiğini söylemiştiniz. Bu bakanlıklar hangileri? Neden sadece Tarım Bakanlığı konusuymuş gibi davranılıyor?

Dünyada GDO meselesi genellikle Tarım Bakanlarının meselesi değil. Bu sadece bizde böyle. GDO ve tarım kimyasalları sorunu çevre, sağlık, ticaret, tüketici, bilim, eğitim, tarım ve gıda bakanlıklarının sorunu. Hatta hatta Milli Güvenlik Kurulları ile dini otoritelerin sorunu. Bizde ise sanki bu sorun sadece gıdayı ilgilendiren bir meseleymiş gibi sadece tarım kısmı konuşuluyor. Dini çevreler suskun. Sıkıştıklarında açlık palavrası ve ‘zaruret hali’ gibi bir kılıfla işin içinden sıyrılıyorlar.

Milli Güvenlik Kurulu ‘iç düşman’ saplantısı yüzünden ömründe tarımı hiç dert edinip gündemine almamış ki GDO ile ilgilensin. Sağlık Bakanlığı aşı ve ilaç pazarlamacısı gibi çalışmaktan bu meselelerle ilgilenmiyor. İlaç ve kozmetik ürünlerindeki GDO ve kimyasal madde sorunu bu ülkenin en önemli sağlık sorunu olduğu halde Sağlık Bakanlarının ağzından bu konularla ilgili tek cümle sadır olmamıştır. Çevre ve diğer bakanlıkların da konu hakkında zerre bilgisi yokmuş gibi duruyor. Acı ama gerçek bu.

Avrupa gündemine GDO bizdekinden önce girdi. Avrupalı tüketiciler, çiftçiler senelerdir istemediklerini söylüyor; ABD ve Dünya Ticaret Örgütü’nün dayatmalarına karşı mücadele veriyorlar. 2008 yılında Vatikan bu konuda önemli bir adım atarak “genetik mühendisliğinin” ve “insanlar üzerinde deney yapmanın” günah olduğunu açıkladı . Bu çok önemli bir haber. Bizim din adamlarımızın neden bu konuda sesi çıkmıyor? Laiklik, en hayati konuda bile dinimizce doğru olanları söyleyememek haline mi geldi? “Dilsiz şeytan” durumuna düşülmüyor mu biraz?

Bizim dini çevreler konu hakkında ilgisiz dolayısıyla da bilgisiz. Kitap çalışması yaparken bu konuda küçük çaplı birkaç kitap ve makale dışında hiçbir veriye ulaşmak mümkün olamadı. Bizimkiler hâlâ ibadet şekillerini tartışıyor. Hâlâ Cuma Hutbeleri’nde Ortam Haftası, Cumhuriyet’in Fazileti, Yerli Malı Haftası, içini bir türlü dolduramadıkları ‘güzel ahlak’ gibi çağın sorunları dışında gündemlerle meşguller. Müslüman çevreler hâlâ sakal şekli, örtünme biçimi, kendi cemaatinin üstünlüğü gibi şekilci ve abes işlerle ilgileniyorlar. Ve mütefekkirliği hak edemeyen entelleri ise hâlâ gündelik sohbetlerinde Marks bunu dedi Weber bunu dedi ile meşgul olmaktan paradigma geliştiremiyorlar.

Mesela onlar Henry Kissinger’i sadece Diplomasi kitabının yazarı sanıyorlar. Mesela Ahmet Davutoğlu’na Türkiye’nin Kissinger’i diyerek hakaret ettiklerinin, hatta aşağıladıklarının farkında bile değiller. Kendileri gündem yaratmak yerine önlerine konulmuş sanal gündemlere yönelik okumalar yapıyorlar ve onu tartışıyorlar. Bu çevreler kendi sorularını sormak yerine Batılıların sorduğu sorulara cevap üretmekle meşguller. Ürettikleri cevaplar da bir türlü sorunun cevabı olamıyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz