21.2 C
İstanbul
Perşembe, Ekim 3, 2024

spot_img

Beslenme balonları tek tek patlıyor!

Evet, beslenme bulteni yazarlarından Serkan Yimsel’in dört gözle beklediğimiz kitabı nihayet çıktı. Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın ön sözünü yazdığı ve tıbbi editörlüğünü yaptığı bu kitap Hayykitap’tan çıktı: “Doğru Beslenmeyle İlgili Yanlış Bildiklerimiz”…

Kitap light ürünlerin, aspartamın, “kalp dostu” margarinlerin, tuz ve kolesterol düşmanlarının foyasını meydana çıkarıyor. Serkan Yimsel’in “Doğru Beslenmeyle İlgili Yanlış Bildiklerimiz” isimli kitabı okuyucuları hem şaşırtacak, hem de kızdıracak gibi görünüyor. Soya fasulyesinden tereyağına, pastörize sütten sofra tuzuna kadar birçok gıda hakkında doktorunuzun ve medyanın söylemedikleri yer alıyor kitapta. Standart zayıflama diyetlerinin neden başarısızlığa mahkûm olduğu açıklanıyor. Bizlere beslenmeyle ilgili söylenen çoğu şeyin eksik, hatta yanlış olduğunu gösteriyor. Bültenimizin bu sayısında İyibilgi’den (www.iyibilgi.com.tr) Arzu Aygen’in Serkan Yimsel ile yaptığı röportajı okuyacaksınız.

DOĞRU BESLENMEYLE İLGİLİ YANLIŞ BİLDİKLERİMİZ

“Medyanın ve doktorların bize söylemediklerini” anlatıyorsunuz kitapta. Medya ve doktorlar bize neden bazı şeyleri söylemiyorlar?

Politikacı ve yazar Upton Sinclair’in dediği gibi: “Eğer bir insanın geçimi, belli bir konuyu anlamamaya dayanıyor ise, o konuyu o insana anlatamazsınız!”. Bugün sağlık ve beslenme üzerine yapılan araştırmaların hemen hepsinin dayanağı kazançtır, gerçeği bulmak değil.

Herhangi bir endüstriyel gıda ya da ilaç firması, sonucunun ne çıkacağını önceden tespit ettiği araştırmaları yürütecek uzmanları çalıştırıyor. Böylece doktorlar ya da araştırmacılar akvaryumdan balık seçer gibi sadece ilgili firmanın bulmalarını istediği konulara odaklanıyorlar.

Fonlar, üniversitelere sağlanan yardımlar ve doktorların katıldığı ücretsiz seminerler, vs. hepsi bu zengin şirketlerce ödeniyor. Böyle olunca da sponsor şirket her ne ise, onun istemediği sonuçlar ya da bulgular bizlere hiçbir zaman ulaşamıyor.

Sanki medyanın ve doktorların da alet olduğu bir kapan var ortada. Kolesterol, tereyağı, margarin, hayvansal yağlarla ilgili olarak hiçbir doktor hastasını bilerek ve isteyerek yanıltmaz diye düşünüyorum. Doktorlar içine düştükleri yanıltıcı bilgi kaynağından kendilerini nasıl kurtarabilirler? Doğru veya tam bilgi bir yerlerde mutlaka var, buna nasıl erişecekler?

Benim doktorlara karşı herhangi bir kızgınlığım yok. Sonuçta, şimdiye kadar öğrendiğim birçok bilgi, gerçeği bulmaya çalışan bir avuç tarafsız doktorun çalışmalarından edinilmiştir. Sorun, modern tıp modelinin işleyiş biçiminde. Bu model, günümüz doktorlarına eğer hastalığın belirtileri yok edilirse hastalığın kökten iyileştirileceğini öğretiyor.

Bu tıpkı arabanızın gaz uyarı lambasına giden kabloyu kesmek gibidir. Işık artık görünmese dahi problem ortadan kalkmış olmaz! Doktorların en çok katıldıkları seminerlere baktığımızda bunu görmek hiç de zor değil. “İlaçlar ve bunların fizyolojik komplikasyonları” şeklindeki seminerler dolup taşarken en basitinden bir beslenme dersi dahi müfredatlarda yer almıyor.

Doğru bilgiye ulaşma amaçlı çalışan uzmanlar ya da doktorlar yok mu? Elbette var! Bunları ayırt edebilmenin ve tarafsız bilgiye ulaşabilmenin en kolay yolu, bu bilginin kimlere çıkar sağlayacağını ve araştırma fonlarının kimler tarafından ödendiğini öğrenmektir. Size şöyle bir ipucu vereyim: Organik marul, köy yumurtası, tereyağı ya da pastörize edilmemiş çiğ sütü savunan ve gece 11:00’den önce uyunmasını tavsiye eden bu kitabımdan benim ya da kitabıma referans olmuş araştırmacıların ne gibi bir çıkarı olabilir? Böyle bir esere kim sponsor olmak ister, ya da tezgahına koyar?

Saydığınız tüm bu bilgileri ben de hayrete düşerek okudum. Özellikle pastörize edilmemiş çiğ süt içmemizi önerdiğiniz bölüm son derece çarpıcı. Bu bölümde New York’un aniden sanayileşmesini şehirdeki sağlık sorunlarının başlangıç noktası olarak gösteriyorsunuz. Sanayileşme ve gıda üretiminin endüstriyel hale gelmesi bizi nasıl etkiliyor?

Bu soruyu, kendisinden çok şey öğrendiğim beslenme ve egzersiz uzmanı Paul Chek’in “The Wheel of Death”, yani “Ölüm Değirmeni” benzetmesini kullanarak açıklayacağım.

Çağımızda endüstri, geçimini insanların hasta olmasından sağlıyor, sağlıklı olmalarından değil. Değirmenin ilk durağı toprak. Modern tarım usulleri daha fazla kimyasal madde satılmasına olanak sağlıyor, bu da organik tarım yerine endüstriyel tarımı ön plana çıkartıyor. Endüstriyel tarım, değirmenin ikinci durağı olan vitamin/mineral açısından fakir bitkilerin yetişmesine neden oluyor. Besin değeri ve canlılığı düşük bitkiler, haşere öldürücü pestisit ve yapay gübre pazarına çıkar sağlıyor. Değirmenin üçüncü durağı, hayvanlar. Besin değeri düşük bitkilerle beslenen hayvanlar, hormon ve ilaç satışları ile veteriner servislerine imkan veriyor. Değirmenin son durağı, hem bitki hem de hayvanlarla beslenen biz insanlar. Sonuçta daha fazla doktora gidiyoruz; hastalıklar ve ilaç satışları artıyor.

Sağlık sektörünün son yüzyılda nasıl büyüdüğüne şöyle bir örnek vereyim: Geçtiğimiz sene Amerika’da sağlık masraflarına harcanan para, dakikada 14milyon dolar idi. Dünyadaki en yüksek sağlık harcamasına sahip olmasına rağmen, Amerikan halkı sağlıklı ülkeler sıralamasında ilk 15’e bile giremiyor. Bu ölüm değirmeninden çıkar sağlayan çok sayıda şirket ve insan olduğu için de gerek medyada, gerekse sağlık kurumlarında tarafsız haber ya da araştırma duyma olasılığımız gittikçe azalıyor.

Gıda endüstrisinin yaptıklarına da insanın inanası gelmiyor. Soya ürünlerinin sağlık yiyeceği olarak pazarlanmasında nelerin yapıldığını anlatıyorsunuz. Gıda endüstrisi bu kadar acımasız mı?

Daha önce de belirttiğim gibi gıda endüstrisinin önceliği sağlık değil, kazançtır. Soya yağı ucuz ve raf ömrü uzun. Bu nedenle gıda endüstrisinin ürettiği paket besinlerde yüzde 75 oranında soya yağı tercih edilir. Soya yağının bu kadar çok çıkarılışından arta kalan ürünü değerlendirmenin en kârlı yolu, masum halka “sağlıklı” diyerek yutturmaktır.

Halbuki kitabımda da yazdığım gibi, tarım geçmişi 8-10 bin yıl olan Asyalıların soyayı son 1500-2000 yıla kadar besin olarak tüketmemelerinin bir nedeni vardı. Bir değil, birçok neden hem de!

Endüstrinin daha fazla kazanma hırsına karşın, sivil toplum örgütleri ve devlet koruyacak bizi bu durumda… Peki, en çok ilgi gören konuya, diyetlere gelelim. Kitabınızda bunları eleştiriyor ve standart zayıflama diyetlerinin başarısızlığa mahkûm olduğunu ifade ediyorsunuz. İnsanlar kendilerine uygun beslenme şeklini, nasıl yaşamaları gerektiğini nasıl bulacaklar?

Sağlıklı vücut sağlıklı kiloyu yaratır; bunun tersi doğru değildir! Eğer günümüz insanı tartıya, beden kitle endekslerine, besin piramitlerine, kalori kavramına ya da besinlerin yağ ve protein içeriğine gösterdiği ilginin birazını besinlerin doğallığına göstermiş olsaydı bugün şişmanlık bu raddelere gelmezdi. Bugün bir rejime başlayan herhangi bir kişinin başarılı olma oranı yüzde 2’yi geçmemektedir. Çünkü kilo vermek asıl amaçlarıdır, sağlıklı olmak değil. Sağlıklı olmak için nasıl beslenmek gerektiğini de kitabımın son bölümünde örnekleriyle açıkladım.

Kolesterol konusunda yazdıklarınız da yerleşmiş görüşleri derinden sarsacak. Yüksek kolesterolü olanlar kitabınızı okuduktan sonra derin bir nefes alacaklar. Kolesterol hakkında söylenen çoğu şey yanlış mı?

Kolesterolümüzün yükselmesi aslında bir çeşit uyarıdır, problemin kendisi değil. Vücutta biriken stres ve yıpranmalar karşısında vücut kolesterolü tedavi edici bir araç olarak kullanır. Modern tıp zamanının büyük bir bölümünü bu uyarıyı kesmek yerine asıl oluşum nedenlerini bulmaya harcasaydı, çok daha büyük bir tehlike olan kalp hastalıkları bugün her 60 saniyede bir insanı öldürmezdi. Kan kolesterolünün yükselmesiyle besinlerimizdeki yağ ya da kolesterol oranı arasında belirgin bir ilişki yoktur.

Kitabımda da bahsettiğim gibi, diyetleri yağ ve kolesterol açısından en zengin olan bazı ilkel toplumlarda biz şehir insanlarını öldüren kronik hastalıkların sözlük karşılığı bile bulunmamaktadır. Bu yüzden yapılması gereken en doğru şey, bizi milyonlarca yıl evrimden geçirerek buralara getiren yağ (av hayvanları) ve kolesterolü (anne sütü) kısmak yerine, vücudu yıpratan alışkanlıkları değiştirmektir.

Kitabınızı okuduktan sonra birçok insan gazetelerde, dergilerde okuduğu beslenme haberlerine başka bir gözle bakmaya başlayacak. Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyoruz.

Bu imkânı bana sağladığınız için ben teşekkür ederim.

Arzu Aygen

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bağlı Kal

6,807BeğenenlerBeğen
1,592TakipçilerTakip Et
0AboneAbone Ol

Son makaleler