21.2 C
İstanbul
Perşembe, Ekim 3, 2024

spot_img

Şişmanlığın artmasına yol açan 10 neden

Şişmanlığın artmasından sorumlu 10 neden saptandı… Kötü beslenme ve uyuşuk bir yaşam biçimi şişmanlığın önde gelen nedenleri olsa da, obezliğin (şişmanlığın) giderek tırmanması sadece bunlara bağlamak doğru olmayabilir. Bilim de şişkoluğun salgınlaşmasından şaşkın. Obezlik sadece termodinamiğin İkinci Yasası’nın sonucu değil. İçinde yaşadığımız çevre koşulları obezlikten sorumlu.

Orijinali 4 Kasım 2006 tarihli ünlü New Scientist Dergisinde, Rita Urgantarafından yapılan Türkçe tercümesi 17.11.2006 tarihli Cumhuriyet-Bilim Teknik’te yayınlanan bu ilginç yazıyı mutlaka okuyun.

OBEZLİK: Termodinamik’in II. Yasası veya “Obezojenik çevre”

Obezliğin artmasından sorumlu 10 neden saptandı… Kötü beslenme ve uyuşuk bir yaşam biçimi şişmanlığa yol açsa da, obezliğin giderek tırmanmasının nedenleri yalnızca bunlar olmayabilir. Bilim de şişkoluğun salgınlaşmasından şaşkın. Obezlik sadece termodinamiğin İkinci Yasası’nın sonucu değil. İçinde yaşadığımız çevre koşulları obezlikten sorumlu.

İşte 10 neden: Yetersiz uyku, İklim denetimi, Sigara alışkanlığı, Doğum öncesi etmenler, Şişmanlık eşittir doğurganlık, İlaçlar, Hava kirliliği, Olgun anneler, Eşler dengi dengine

Evlerin klimayla yazları serinletilip kışları ısıtılması gerçekten kilolarımızı etkiler mi?

Obezliğin neden giderek yaygınlaştığı sorulduğunda, hemen herkes bunu aşırı beslenmeye ve kalorilerin yeterince yakılamamasına bağlayacaktır. Termodinamiğin birinci yasasının kaçışı olmadığına göre, bu yanıtın doğru olduğu da su götürmez bir gerçek.

Ancak, “obezogenik bir çevrede” yaşadığımız da bir gerçek. Yüksek kalorili besinlerin alabildiğine bol ve ucuz olduğu, yaşam biçemlerimizin bizi giderek uyuşukluğa sürüklediği bir dönemde yaşıyoruz. Çoğumuz kilo almamak için büyük bir çaba harcamak zorunda kalıyor.

Son derece akla yatkın gelen bu açıklama, obezlik salgının köklerine inme ve söz konusu eğilimi tersine çevirme sürecinde de ağırlıklı bir yer tutuyor. Gelgelelim, obezlik konusunda uzman araştırmacılar bu açıklamanın yetersiz olduğuna inanıyorlar. Şimdilerde birçok araştırmacı son 40 yılda obezliğin ciddi bir tırmanışa geçmesinin yaşadığımız çevrede meydana gelen başka bir değişimle bağlantılı olabileceğine inanıyor.

Bu araştırmacılar “iki büyük düşman” olarak bilinen hareketsizlik ve oburluğun rolünü yadsımasalar da, obezliğin çarpıcı bir yükselişe geçmesinin ardında başka önemli etmenlerin de olduğunu öne sürüyorlar.

Bu yılın başlarında obezlik konusunda uzman olan 20 araştırmacı tarafından yapılan bir araştırma sonucunda obezliğin hızla tüm dünyaya yayılmasında etkili olduğu düşünülen en önemli 10 unsur belirlendi.

1- YETERSİZ UYKU

Genelde uykunun bedene değil, beyne yarar sağladığına inanılır. Peki, uykusuzluk kilo almamızda da etkili olabilir mi? Salgın hastalıklarla ilgili geniş kapsamlı çok sayıda araştırma uyku ile kilolarımız arasında bir bağlantı olabileceğini ortaya koyuyor. A.B.D Ulusal Sağlık ve Beslenme Araştırması tarafından elde edilen veriler günde 7 saatten az uyuyanların beden-kütle indeksinin (BMI), daha uzun süre uyuyanlara kıyasla, daha yüksek olduğunu gözler önüne seriyor. Biri Kanada, öteki Almanya’da yapılan iki başka araştırma da uyku süresiyle kilolar arasındaki bağlantının çocuklar için de geçerli olduğunu ortaya koyuyor.

Obezliğin uyku bozukluklarına yol açtığı çoktandır bilindiğine göre, insanlar öncelikle kilo alıyor ve buna bağlı olarak uykusuzluk çekiyor olabilirler. Ne var ki, ABD’de 68.000 hemşirenin uyku düzenlerinin 16 yıl boyunca izlendiği bir araştırma bu ilişkinin ters yönde de işleyebileceğini, uykusuzluğun şişmanlığı körükleyebileceğini ortaya koyuyor.

Bu durum uyku eksikliğinin metabolizmayı değiştirmesinden kaynaklanabilir. Bedende açlığı körükleyen ghrelin hormonunun düzeyleri arttıkça, doyma duygusunu devinime geçiren leptin hormonu azalır. Nitekim fareler üzerinde yapılan bir araştırma da uykudan yoksun kalan farelerin yeterli uyku alanlara kıyasla iki kat daha fazla yediklerini gösteriyor. Aynı durum insanlar için de geçerli. Bu konuda yapılan çok kapsamlı bir araştırma uyku eksikliğinin leptin ve ghrelin hormonlarının işlevini etkilediğini ve bu nedenle bedenin kalori gereksinimiyle ilgili sinyallerin verilemediğini ortaya koyuyor.

Uyku düzenleriyle ilgili kesin değerlere ulaşmak çok güç olmakla birlikte, günümüzde insanların daha az uyudukları yönünde bir eğilime tanık olunuyor. ABD’de yapılan bir araştırma 1960 yılında insanların ortalama 8.5 saat uyurlarken, 2002 yılında bu ortalamanın 7 saatin altına düştüğünü gösteriyor. Brüksel Özgür Üniversite uzmanlarından Karine Spiegel ‘e göre, uykuda geçen saatlerdeki bu azalma insanlara obezlik biçiminde yansıyor.

2-İKLİM DENETİMİ

İnsanlar da, öteki tüm sıcak kanlı canlılar gibi, çevresel değişimler ne olursa olsun belirli bir beden sıcaklığını koruyabiliyor. İnsan bedeni bu işlevi metabolizma hızını değiştirmek, terlemek ya da titremek suretiyle yerine getiriyor. Çıplak beden için yaklaşık 27ºC olarak belirlenen “termonötral kuşakta” olmadığımız sürece, kendimizi sıcak ya da serin tutmak belli bir enerjiyi gerektiriyor. Termonötral kuşak sınırları ise yaşadığımız ve çalıştığımız ortama göre giderek artıyor.

Son birkaç onyılda çevremizdeki sıcaklıkların değişime uğradığı bir gerçek. 1970 ile 2000 yılları arasında Britanya’da ortalama ev sıcaklıklarının 13 dereceden 18 dereceye yükseldiği görülüyor. ABD’de klimalı evlerin oranı %23’ten %47’e yükselirken, ev sıcaklıklarının ters yönde bir değişim gösterdiğine tanık olunuyor. Obezlik eğiliminin daha yüksek olduğu güney bölgelerinde 1978’de %37 olan klimalı ev oranının %70’lere ulaştığı görülüyor.

Evlerin klimayla yazları serinletilip, kışın ısıtılması gerçekten de kilolarımızı etkileyebilir mi? Ne yazık ki, araştırmalardan elde edilen kimi bulgular böyle bir gerçeği gözler önüne seriyor. Yeterince sıcak ortamlarda daha az enerji tüketiyoruz.

Gelgelelim, terleme kalorilerin yakılmasına yol açıyor. Alabama Üniversitesi biyoistatistik uzmanlarından David Allison tarafından yapılan bir araştırma yüksek sıcaklıkların insanların daha az yemelerine yol açtığı yönünde somut kanıtlar sunuyor.

3- SİGARA ALIŞKANLIĞI

Ne yazık ki, sigara içenler içmeyenlere kıyasla daha zayıf oluyorlar ve sigarayı bırakmak, nedeni tam olarak bilinmese de, kilo almaya yol açıyor. Bu durum, bir olasılıkla, nikotinin iştahı tıkaması ve metabolizmayı hızlandırmasından kaynaklanıyor.

ABD Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi’nden Katherine Flegal ve arkadaşları ülkedeki obezlik artışında, az da olsa, sigarayı bırakanların bir payı olduğunu ortaya koydular. Elde edilen bulgular sigarayı bırakan erkeklerin hemen hemen yarısının aşırı kilolu olduğunu, buna karşılık hiç sigara içmeyenlerde aşırı kilolu oranının %37, sigara içenlerde ise %28 olduğunu gösteriyor. Flegal ABD’de obezliğin 1978 yılından 1980’e dek %5’lik bir artış gösterdiğine, bu artışın yaklaşık beşte birinin sigarayı bırakanlardan kaynaklanabileceğine dikkat çekiyor.

Ne var ki, bu durum sigarayı bırakmanın kamu sağlığı açısından ciddi bir tehlike oluşturduğu anlamına gelmiyor. Sigara öylesine büyük bir tehlike ki, kişinin ancak 45 kilo fazlası olması durumunda bu alışkanlığını sürdürmesi haklı bir gerekçe sayılabilir.

4- DOĞUM ÖNCESİ ETMENLER

Şişman ya da zayıf olacağınız, en azından kısmen, dünyaya gelmeden önce belirlenmiş olabilir. Obez annelerin, özellikle de gebelikte şeker hastalığına yakalanan annelerin dünyaya getirdikleri çocukların da yaşamlarının sonraki evrelerinde obez olmaları olasılığı bir hayli yüksek. Bu durum büyük ölçüde genlerden kaynaklansa da, elde edilen kanıtlar ana rahminde bir tür programlamanın da söz konusu olduğu yönünde.

Araştırmalar yağ oranı yüksek besinlerle beslenen farelerin doğurduğu yavruların şişman olma olasılığının, normal düzeyde beslenen farelerin yavrularına kıyasla, çok daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Üstelik, bu durumun iki üç kuşak boyunca geçerliğini koruduğu görülüyor.

Öte yandan, Hollanda’da II. Dünya Savaşı sırasındaki kıtlık döneminde dünyaya gelen denekler üzerinde yapılan araştırmalardan ana rahmindeki enerji kısıtlamasının yaşamın sonraki evrelerinde obezliğe neden olabileceğini biliyoruz. Bu olasılık özellikle yaşamın ilk iki yılında bu açığın hızla kapatılmaya çalıştırılması durumunda daha da yükseliyor. Bolluk içindeki Batı dünyasında bu durum pek bir anlam taşımasa da, ABD’de düşük kilolu bebek doğumları olayının 1980’lerden bu yana giderek arttığı ve şimdilerde doruk noktasına ulaştığı belirtiliyor.

6- ŞİŞMANLIK EŞİTTİR DOĞURGANLIK

Kiloluların çok daha fazla çocuk doğurdukları görülüyor. Minot Eyalet Üniversitesi’nden Lee Ellis tarafından yapılan bir araştırma BMI ile doğurganlık oranları arasında “küçük çaplı, ancak kayda değer önemde” bağlantılar olduğunu ortaya koyuyor. Kiloları normal ya da normalin altında olan kadınlarda ortalama çocuk sayısının 3.2 iken, aşırı kilolu ya da obez kadınlarda 3,5 olduğu görülüyor.

Acaba kadınlar çocuk sayısı arttıkça mı kilo alıyorlar, yoksa kilolu oldukları için mi çok doğuruyorlar? Her iki durumda da bir gerçek payı olabilir. Çok çocuklu olmak, en azından uyku yetersizliğine bağlı olarak, kilo alma riskini artırabilir. Ne var ki, Ellis kadınların doğum yapmadan önceki BMI’leriyle zamanla yaptıkları çocuk sayısı arasında bir bağlantı olduğunu da ortaya koydu.

Bu konuda farklı açıklamalar var. Aşırı zayıflık gerek kadın, gerekse erkeğin doğurganlığını köstekliyor. Aşırı şişmanlık da benzer bir etki yaratıyor. Ne var ki, Ellis zayıflardaki etkinin çok daha ağır bastığına inanıyor. Alabama Üniversitesi’nden David Allison da obezliğin insanı daha düşük bir sosyoekonomik konuma sürüklediğine, bunun da çok çocuk sahibi olmakla ilintili olduğuna parmak basıyor.

Peki, bu durum obezliğin giderek yayılması açısından nasıl bir önem taşıyor? Bunun nedeni obezliğin kalıtımsal olması. Birarada yürütülen iki araştırma obezliğin kaynağının %65 oranında genetik olduğunu ortaya koyuyor. Öyle ki, kalabalık ailelerdeki obez eğilimli üyeler aşırı kilolular oranının da yükselmesine neden oluyor.

7-İLAÇLAR

1970’lerde ruhsal rahatsızlıkların sağaltımı amacıyla nöroleptikler adı altında toplanan yeni bir dizi ilaç piyasaya sürüldü. Şimdilerde tüm dünyada milyonlarca kişi bu ilaçları kullanıyor. Onca olumlu etkilerine karşın, bu ilaçların bir de sakıncası var. Bu tür ilaçları kullananlar ilk 10 haftada 4, onu izleyen yılda da 4-5 kilo daha alıyorlar.

Kilo aldıran ilaçlar yalnızca nöroleptiklerle de sınırlı kalmıyor. Sara hastalığının sağaltımında kullanılan antikonvülsanlar, yüksek tansiyonu önleyen ilaçlar, HIV ve şeker hastalığında kullanılan ilaçların kilo alma konusunda etkili oldukları görülüyor. Bunların yanı sıra, beta-bloker türü ilaçların ortalama 1.2 kiloluk, doğum kontrol haplarının iki yıl boyunca sürekli kullanılması durumunda 5 kiloluk bir artışa yol açtıkları, dahası her yerde satılan antihistaminiklerin de kilo aldırdığı belirtiliyor.

O halde, ilaçların obezliği körüklediği söylenebilir mi? Bu konuda kesin bulgular olmamakla birlikte, tüm bu ilaçların kullanımıyla obezliğin son 30 yılda gösterdiği artışın atbaşı gittiği yönünde kimi kanıtlar var.

8- HAVA KİRLİLİĞİ

Gündelik yaşamda insanlar onbinlerce kimyasalla karşı karşıya kalıyor. Bu kimyasallar arasında böcek ilaçları, boyalar, tatlandırıcılar, parfümler, plastikler, reçine ve çözücüler başı çekiyor. İnsanlar bu kimyasalları yutuyor, soluyor ve derileri aracılığıyla soğuruyorlar.

Kimi kanıtlar bu kimyasalların düşük düzeylerde kilo fazlasına yol açabileceğini ortaya koyuyor. Söz gelimi, az miktarlarda dieldrin adlı böcek ilacından verilen farelerde yağ oranının iki katından fazlaya çıktığı belirtiliyor. Bir başka böcek ilacı olan heksaklorobenzenin de, denetim farelerine kıyasla, çok daha fazla kilo aldıklarına dikkat çekiliyor. Kuzey Amerika’nın Büyük Göller yöresinde yedikleri balıktan PCB alan insanlar üzerinde yapılan bir araştırma da benzer bir bağlantıyı ortaya koyuyor.

Bu kimyasalların bir bölümü östrojen benzeri hormonların işlevini engelliyor. Hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan çeşitli araştırmalar östrojen hormonunun işlevini gerektiği gibi yerine getiremediğinde yağ düzeyinde bir artış meydana geldiğini ortaya koyuyor.

9- OLGUN ANNELER

Anne olma yaşı tüm dünyada bir yükselme gösteriyor. Britanya’da ilk kez anne olma yaşı 1970’de 23.7 iken, şimdilerde bunun 27.3 olduğu belirtiliyor. ABD’de de benzer bir yükselme görülüyor.

Daha ileri yaşlarda çocuk sahibi olmanın obezlikle doğrudan bağlantılı olabileceği gibi bir durum söz konusu olmasaydı, kimin ne zaman çocuk yaptığı da kimseyi ilgilendirmezdi. ABD Ulusal Kalp, Akciğer ve Kan Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırma annenin doğum yapmayı ertelediği her 5 yıla karşılık, doğan çocuğun obez olma riskinin de %14 oranında arttığını ortaya koyuyor. Ancak bunun neden öyle olduğu konusuna henüz kesin bir açıklama getirilemiyor.

10- EŞLER DENGİ DENGİNE

İnsanların eş bulmalarında kilolar da en az görüntü denli etkili oluyor. Genelde zayıflar zayıflarla, kilolular kilolularla evleniyor.

1999 yılında Toronto York Üniversitesi’nden Peter Katzmarzyk tarafından yapılan bir araştırma eşlerin BMI ve deri sarkma ölçüleri arasında ufak ancak önemli bir bağlantı olduğunu ortaya koyuyor.

Tek başına ele alındığında dengi dengine evlilik obezliğin artmasında etkili olmayabilir. Ancak obezliğin genetik olduğu ve kiloların daha çok çocuk yaptıkları göz önünde tutulduğunda, bu gerçek de obezlik açısından belli bir anlam taşıyor.

Kaynak: New Scientist, 4 Kasım 2006, Türkçe: Rita Urgan

Editörün notu: Termodinamiğin ikinci yasası enerjinin tamamen kullanılmadığını, başka şekillere dönüştüğünü söyler.

Şişmanlık da Termodinamiğin ikinci yasası çalışır, alınan yiyeceklerin büyük bir bölümünün yakılamadığı için enerjinin tam olarak kullanılamaz, ve yağ olarak depolanır

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bağlı Kal

6,807BeğenenlerBeğen
1,591TakipçilerTakip Et
0AboneAbone Ol

Son makaleler