Allerjik hastalıklar ve beslenme

0
4774

Bakın erişkin nüfusun yaklaşık %60’ında baş ağrısı, uykusuzluk, mide bozukluğu, kronik yorgunluk, baş ağrısı, kabızlık, gaz, karın ağrısı, müzmin ishal gibi problemler var. Bu insanlar bir doktordan diğerine gidiyor ama derman bulamıyor. Bu şikâyetlerin besinlere karşı alerjilere bağlı olduğu söylense herhalde çok şaşırırsınız değil mi? Bu sayımızda editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın ile sohbet konumuz alerjiler.

Hocam son yıllarda alerjik hastalıklarda da bir patlama oldu. Bunun gerçek boyutu ne?

Astım (reaktif havayolu hastalığı) ve diğer alerjik hastalıklar Dünya’da ve Türkiye’de en önemli sağlık sorunlarının başında geliyor. Gelişmiş ülkelerde 13-14 yaş çocukların en az üçte birinde astım, saman nezlesi, egzama gibi alerjik bir hastalık var. Ankara’da çocuklarda yapılan bir araştırmaya göre astım oranı %10 ve saman nezlesi %15’ler civarında (1). Buna karşılık sanayileşmesini tamamlayamayan gelişmekte olan ülkelerdeki artış daha sınırlı (özellikle kırsal yörelerde oturanlar). Hala doğal şartlarda yaşayan nadir insan topluluklarında ise neredeyse hiç alerji hastası yok.

Bir yiyeceğe karşı birinin alerjik olması, fakat diğerinin olmamasını bir türlü anlayamam. Nedir bunun nedeni hocam?

Bu konuyu anlayabilmek için isterseniz önce alerjinin mekanizmasından bahsedelim.

İyi olur

Yabancı bir protein kanımıza girdiğinde, bağışıklık sisteminiz bunu düşman olarak görüyor ve vücudumuzda bir dizi reaksiyonu başlatıyor. Sonunda düşman bertaraf edilmeye çalışılıyor ama bu sırada kurdeşen, astım ve saman nezlesi gibi çeşitli hastalılara maruz kalıyorsunuz. İşte bunlara alerji deniyor.

Bu savunma mekanizması lenfosit adı verilen bir cins akyuvarın çıkardığı antikorlar ile sağlanıyor. Beş çeşit antikor var: IgA, IgD, IgE, IgG ve IgM. Fakat alerjenik proteinlerine karşı oluşan antikorlar bunlardan sadece ikisi (IgE, IgG).

Erken ya da akut alerjilerde IgE rol oynuyor. Bu tip alerjiler daha çok çocuklarda görülüyor ve çocuk büyüdükçe şiddetini azaltıyor. Astım, saman nezlesi, atopik dermatit gibi alerjilerin çoğu bu grupta. IgE aracılıklı alerjilerde gıda, ilaç ve toksinlere karşı oluşan IgE antikorları bu maddelere maruz kalındıktan kısa bir süre sonra nezle, kaşıntı, kızarıklık, gözyaşı, burun tıkanması gibi belirtiler ile ortaya çıkıyor.

Geç ve kronik alerjiler ise IgG aracılığı ile oluşuyor. Bunlar IgE kaynaklı alerjilerden daha sık görülüyor. IgG aracılıklı alerjilerde nezle, kaşıntı, kızarıklık, gözyaşı, burun tıkanması gibi akut alerjik belirtiler görülmüyor. Fakat baş ağrısı, karın ağrısı, kabızlık ve davranış bozuklukları gibi ilk bakışta alerjiye bağlayamayacağımız belirtiler oluyor. Bunlara gizli alerji de diyebiliriz.

Peki, alerjiler niçin herkeste olmuyor. Yoksa genetik mi?

Aynı aile içinde sık görüldüğü için birçok hekim alerjilerin genetik olduğunu söylüyorlar, ama ben bunu kabul etmiyorum.

Neden?

Çünkü akraba evlilikleri artmadıkça genetik hastalıklar da artmaz. Hâlbuki alerjik hastalıklar katlanarak artıyor. Belki de son 50 yılda en az 10 kat artı. Doğal yaşayan topluluklarda ise akraba evliliği olsa bile alerjik hastalıklar neredeyse hiç yok.

Peki, siz alerjileri hangi mekanizma ile izah ediyorsunuz?

Mikroflora hipotezi ile

Nedir bu mikroflora hipotezi?

Probiyotiklerden daha önce geniş bir şekilde konuşmuştuk hatırlarsanız. İsterseniz kısaca hatırlatayım.

Evet, iyi olur

Mikroflora bağırsaklarımızda yaşayan 100 trilyon bakteriden oluşan bir cumhuriyet. Bunların %80-90’ını faydalı mikroplar (probiyotikler), geri kalanını ise hastalık yapan mikroplar oluşturuyor. Probiyotikler sayıca fazla oldukları sürece zararlı bakterileri etkisizleştiriyorlar. Yapılan çeşitli araştırmalar alerjik insanların bağırsaklardaki kötü bakterilerin sayısının yüksek olduğunu gösteriyor. Bu kişilerin mikrofloralarındaki probiyotikler (başta laktobasiluslar ve bifidobakterler olmak üzere) azalıyor.

Mikroflora hipotezine göre bağırsak mukozasında bulunan normal flora mikropları (probiyotikler) bağırsak iç yüzeyindeki (mukoza) normal alerjik maddelere karşı immün toleransın sağlanmasında ve şekillenmesinde önemli roller oynuyor.

Normalde bağırsak hücreleri bağırsaktaki her maddenin (özellikle sindirilmemiş gıdalar ve toksik maddeler) kana geçişine izin vermiyor; yani bir güvenlik duvarı oluşturuyor. Buna bağırsak sızdırmazlığı deniyor. Probiyotikler sayı üstünlükleri ile zararlı mikropları kovarak bağırsak duvarına yapışmalarını engelliyorlar.

Patojen mikroplar üstünlüğü ele geçirirlerse (disbiyoz) bağırsak duvarını tahrip ediyorlar ve bağırsağın geçirgenliği artıyor. Bu nedenle bağırsaklardaki güvenlik duvarı yıkılıyor ve bağırsak geçirgenliği artıyor.

Normalde süt, buğday, yumurta ve diğer yiyeceklerden kaynaklanan proteinler ancak çok küçük birimlere (amino asitler) indirgendikten sonra kana geçebiliyorlar. Fakat bağırsak geçirgenliği arttığında henüz iyi sindirilmemiş protein parçacıkları da kana geçiyor. Bu yabancı maddeleri fark eden bağışıklık sistemi düşmanı yok etmek için bütün gücü ile saldırıyor. Sonuçta, alerjik reaksiyonlar oluşuyor.

Yani alerjik hastalıkların artmasının nedeni floranın dengesizliği ve buna bağlı olarak mukoza bağışıklığının bozulması. Çünkü alerjenlere karşı tolerans sağlamak için normal bağırsak florasının varlığı şart.

Mesela bir araştırmada, hayatlarında hiçbir alerjene maruz kalmamış iki grup fare alınmış. Birinci grubun bağırsak florası bozuk, ikinci grubunki ise normalmiş. Her iki gruba da aynı alerjen madde verilmiş. Florası bozuk olan farelerde alerji gelişirken, sağlıklı bir floraya sahip farelerde böyle bir reaksiyon görülmemiş (2). Yani sağlıklı anlayacağınız bir flora alerjiden koruyor.

Yapılan araştırmalar alerjik çocukların bağırsak florasının alerjik olmayanlara nazaran daha bozuk olduğunu gösteriyor. Üstelik bu bozukluk henüz hastalık belirtileri ortaya çıkmadan önce başlıyor(3).

Erken yaşta probiyotiklerden zengin gıdalarla beslenmenin alerjik hastalıklardan koruyucu olan etkisinin erişkin yaşa kadar devam ettiği saptanmış. Başka bir özellik de hamileliklerinde probiyotik verilen ve atopik hastalığı olan annelerin bebeklerinde atopi oranının belirgin azalması.

Bir kişi örneğin çileğe karşı alerjisi var ama başka bir kişide alerji gelişiyor bu nasıl oluyor?

Mikroflorası sağlıklı olan kişilerde sürekli ve azar azar alerjenlere maruz kalma alerjik olayları artırmıyor; tam tersine alerjilere toleransın gelişmesini sağlıyor; tahammülümüzü artırıyor. Düzenleyici T hücreleri (Treg) salgıladıkları kimyasal maddeler (IL-10 ve transforme edici büyüme faktörü-β) ile alerjilere toleransının gelişmesini sağlayan en önemli öğeler. Bu maddeler yardımcı T2 hücrelerinin aşırı uyarılmasını baskılayarak, T2/T1 dengesini koruyorlar ve alerji gelişmiyor. Tam tersine T2/T1 dengesinin T2 lehine artarsa immün toleransınız bozuluyor ve çileğe karşı alerjiniz gelişiyor.

Yine çilek örneğini vereyim. Mesela kişinin çileğe karşı alerjisi var, ömrü billah artık çilek yiyemeyecek mi?

Hayır. Eğer o kişi bağırsak florasını düzeltirse, entoleransı artar ve tekrar çilek yiyebilir.

Peki, bağırsak florası neden bozuluyor?

Daha önce de anlatmıştım bunun birçok nedeni var.

Bunlardan ilki sezaryen doğumlar. Anne karnında bebeklerin bağırsağı sterildir; faydalı ya da zararlı hiç bakteri yoktur. Bebek doğum sırasında vajinadan gelen probiyotikler (laktobasiller ve bifidobakterler) ile karşılaşır ve normal flora gelişir. Sezaryen ile doğan bebekler dış ortamda bulunan mikroplar ile karşılaşır ve normal flora oluşamaz. Doğum sonrası ilk kolonize olan floradan sağlıklı floraya geçiş uygun beslenme ortamı yaratılsa bile oldukça zordur. Ülkemizde bütün doğumların %50’sinin sezaryen olduğu düşünülürse (Normalde oranın %10’u geçmemesi lazım) alerjik çocukların sayısındaki bu muazzam artışa şaşmamak gerek.

Alerjik hastalıkların altında yatan önemli bir faktör de normal mikroflorayı bozan antibiyotikler. Çeşitli epidemiyolojik araştırmalarda erken yaşta antibiyotik kullanılması ile alerjik hastalıklar arasında güçlü bir bağ olduğu saptanmış. Bu durum günümüzde çocuklara peynir-ekmek gibi antibiyotik yazan hekimlerin onların sağlığını nasıl tehlikeye attığını gösteriyor.

Bağırsak florasını bozan diğer bir faktör ise doğal gıdaların yenilmemesi (anne sütü alınmaması, unlu-şekerli ve katkılı rafine gıdaların yenilmesi, turşu, ev yoğurdu, kefir, besinsel lifler gibi probiyotik ve prebiyotik içeren gıdaların az yenilmesi).

Bir başka faktör ise alınan mikrobik ve kimyasal (ağır metaller, gıda katkı maddeleri, tarım ilaçları vb) toksinler.

Protein sindirimi niçin bozuluyor?

Çeşitli kimyasal toksinler (ağır metaller, insektisitler, tarım ilaçları, gıda katkı maddeleri vb) pankreatik enzimler, bağırsaktaki hücrelerin sindirici enzimlerini ve mide asit salgısını azaltıyor. Benzer toksinler, aşırı şekerli ve rafine gıdaların yenmesi bağırsaktaki faydalı mikropları azaltıyor; dolayısıyla probiyotik bakterilerin salgıladıkları protein sindirici enzimler de azalıyor.

Bu arada kutu sütlerde ve diğer yiyeceklerde kullanılan pastörizasyon ve UHT tekniklerinin yiyeceklerdeki probiyotikleri de tahrip ettiğini unutmamak gerekir.

Biraz da klasik alerjik hastalıklardan bahsetseniz.

Olur bahsedeyim. Bunlardan ilki alerjik rinit. Bu hastalıkta hapşırık, burun tıkanıklığı, ağzı açık uyuma, horlama ve göz nezlesi ön plandadır. Alerjik rinitin %20’si mevsimsel oluyor, %40’ı ise bütün bir yıl boyunca görülüyor. Geri kalanı ise karışık.

Mevsimsel şikâyetleri olanlardan polenler sorumlu. Ağaç polenleri ilkbaharda; çayır polenleri yaz başı; ot polenleri yaz sonu etkili oluyor. Alerjik rinite saman nezlesi de deniliyor.

Yıl boyu şikâyetleri olanlarda ev içi alerjenler (ev tozu akarları), hayvan tüyleri ve küfler sorumlu; bu kişilerde burun tıkanıklığı ön planda.

Ailede alerji hikâyesinin olması, yüksek sosyoekonomik düzey, yetersiz anne sütü alma, ek gıda ve formulaya, rafine edilmiş gıdalar ve özellikle de bağırsak probiyotik düzeninin bozulması alerjik rinitin başlıca risk faktörleri. Erken çocukluk döneminde kedi ve köpek tüylerine maruz kalma ise alerjik rinit gelişme riskini azaltıyor.

İkinci anlatacağım alerjik hastalık ise atopik dermatit. Atopik dermatit kaşıntılı döküntüler ile karakterize süregen ve tepreşmeli bir deri hastalığı. Hastaların yarısından fazlası 1 yaşından küçük bebekler. Hastalık beş çocukta birinde görülüyor. Atopik dermatit deride kuruma, düzensiz ve pullu alanlarla karakterize. En rahatsız edici belirtisi ise kaşıntı. Kaşıntı bazen çocuğu uykudan uyandırabiliyor. Atopik dermatit küçük çocuklarda genellikle yüzü, dirsekleri veya dizleri tutuyor. Büyük çocuklarda ve yetişkinlerde ise daha çok tutulduğu yerler eller, ayak bilekleri, boyun, dirseklerin iç yüzleri ve dizlerin arkası.

Atopik dermatit polenlere karşı gelişmiyor. Başlıca nedenleri kimyasal maddeler, bazı gıdalar, ev tozu akarı, hayvan tüyü, halı tüyü, deterjanlar ve stres. Çoğu kez alerji öyküsü (astım, alerjik rinit, atopik dermatit) de alınıyor.

Bir başka hastalık ise ürtiker; halk arasında kurdeşen de deniliyor. Ürtiker damar genişlemesi damar geçirgenliğinin artması nedeni ile oluşan deriden kabarık, kırmızı ve kaşıntılı deri kabarmalarına verilen ad. Ürtikerin bir ileri şekli ise anjiyoödem dediğimiz kabarmalar. Anjiyoödemde deri ile birlikte deri altı dokunun tutulması ile oluşuyor; yani daha derin yerleşimli. Anjioödem ürtikere göre daha az kaşınıyor ama ağrılı da olabiliyor.

Resim 2. Ürtiker

Ürtiker olguların yarısında tek başına görülürken, olguların %40’ında anjioödem ile birlikte gözleniyor. %10 olguda ise anjioödem tek başına ön planda. Ürtiker lezyonları genellikle 8-12 saat içinde belirginleşiyor ve 24 saat içinde kayboluyor. Hâlbuki anjioödemin gerilemesi 72 saate kadar uzayabiliyor.

Ürtikerin başlıca bilinen nedenleri viral enfeksiyonlar, besin alerjileri (süt, yumurta, çilek, soya, yer fıstığı, buğday, fıstık, fındık, balık, kabuklu deniz ürünleri), ilaç alerjileri, penisilin ve diğer antibiyotikler, böcek sokması veya ısırması.

Astımı isterseniz bir sonraki bölümde tartışalım. Çünkü diğerlerine nazaran çok daha fazla görülüyor. Ama en son olarak alerjinin en tehlikeli şeklinden, anaflaksiyi kısaca anlatayım. Anafilaksi aniden gelişen ölümcül seyredebilen akut gelişen ciddi sistemik bir IgE tipi alerjik reaksiyon. Bütün vücudu tutan, ürtiker, nefes darlığı, şok ve nadiren kusma, karın ağrıları ile kendini gösteren bir alerji tipi. Ölümcül olabileceğinden acil tıbbi müdahale şart.

Şimdiye kadar konuştuklarımız bariz alerjiler; Bu besin alerjileri hemen ortaya çıkar ve gerçi bunlar zaman zaman hayatı tehdit edebilirlerse de gerek teşhis edilmeleri kolay. Bir de gizli alerjiler var. Çoğu da besinler ile ilgili. Bunlar klasik besin alerjilerinden daha farklı. Çok daha yavaş gelişiyor, kısa vadede hayatınızı tehdit etmese bile teşhisleri gecikiyor, hatta çoğu teşhis bile edilemiyor. Bu alerjilerde klasik alerji belirtileri görülmüyor. Deyim yerinde ise çok sinsiler, öldürmüyorlar ama ondurmuyorlar da.

Çok merak ettim nedir bu gizli alerji? Yeni duyuyorum

Bakın erişkin nüfusun yaklaşık %60’ında baş ağrısı, uykusuzluk, mide bozukluğu, kronik yorgunluk, baş ağrısı, kabızlık, gaz, karın ağrısı, müzmin ishal gibi problemler var (4, 5). Bu insanlar bir doktordan diğerine gidiyor ama derman bulamıyor. Bu şikâyetlerin besinlere karşı alerjilere bağlı olduğu söylense herhalde çok şaşırırsınız değil mi?

Evet, tabii ki şaşırırım

Aslında mesele sandığımızdan çok daha büyük. Mesela aşağıdaki hastalıkların oluşumunda besin alerji ve duyarlılıklarının katkısı büyük. Aşağıdaki hastalıklar büyük ölçüde besin alerjilerine bağlı.

  • Altını ıslatma
  • Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları
  • Kronik bel ağrısı
  • Depresyon
  • İshal
  • Depresyon
  • Kronik ishal
  • Orta kulak enfeksiyonları (Çocuk)
  • Kronik yorgunluk
  • Aşırı gaz
  • Gastrit
  • Baş ağrısı
  • Kurdeşen
  • Uyarılgan bağırsak sendromu
  • Kaşıntı
  • Öğrenme bozuklukları
  • Kişilik bozuklukları
  • Tekrarlayan enfeksiyonlar
  • Tekrarlayan eklem şişlikleri
  • Ülseratif kolit
  • Deri döküntüleri

Aslında bu listeye eklenecek daha bir sürü hastalık var, ama bunlar bile meselenin ne kadar büyük olduğunu gözler önüne seriyor. Ama alerji-immünoloji uzmanları bu tür alerjileri genellikle ihmal ediliyorlar, hatta bir kısmı bu tip alerjilerin varlığını bile kabul etmiyor.

Bu besin aşırı duyarlılıkları içinde en meşhuru başka bir bölümde gözden geçirdiğimiz çölyak hastalık.

Besin duyarlılıkları arasında en fazla görüleni ise uyarılgan bağırsak sendromu. Bu hastalık hazımsızlık, karın ağrısı, zaman zaman ishal ve kabızlıkla karakterize (6). Kadınlarda daha fazla görülüyor. Bazı ülkelerde nüfusun %10-20’sinde bu hastalık tablosu var. Eliminasyon diyeti uygulanmasıyla hastalar bariz iyileşme gösteriyorlar. Tedavi biraz uzun; çoğu kez bir yılı geçiyor (7). Tabii, uygun teşhis konulup, uygun tedavi yapılırsa.

Besin duyarlılığının bozulduğu önemli bir hastalık ise migren(8). Bu konuyu baş ağrılarını konuşurken daha geniş işleyeceğiz.

Peki, hocam hangi maddeye alerjik olduğumuzu nasıl anlayacağız?

Yediğiniz bir gıda ya da maruz kaldığınız bir çevresel etken sizde ani alerjik reaksiyon yapıyorsa alerjinin nedenini hemen anlayabiliyorsunuz. Ama yavaş gelişen alerjilerde bunu anlamanız biraz zor. Bu durumda alerji testlerine başvuruluyor.

Hangi alerji testini yaptırmak daha doğru?

Piyasada yapılan birkaç çeşit alerji testi var. En klasik test deri prik testi. Prik testi besine ya da diğer alerjenlere özgü IgE antikorunu gösteriyor. Deri çiziliyor ve ilgili alerjen buraya koyuluyor. Ve lokal bir reaksiyon olup olmadığına bakılıyor. Bu testin doğruluk oranı oldukça düşük, %50 gibi. “Radioallergosorbent” testi (RAST) biraz daha iyi ve ama bu test de IgE’yi tespit ediyor. Bu testlerde yalancı pozitiflikler ve negatiflikler olabiliyor. Diyelim ki X maddesine karşı bir alerjiniz var; ama test bunu göstermeyebiliyor. Ya da tersi; diyelim ki y maddesine karşı bir alerjiniz yok ama test varmış gibi gösteriyor.

Anlattığım gibi IgE dayanan deri testleri verimli değil. Eliza testinde ise IgG4 antikorlarını saptıyor ve doğruluk oranı oldukça yüksek. 45-95 arasında yiyeceği test ediyor (9). Çeşitli gıdalara karşı oluşan IgG antikorlarının varlığı saptanıp ta ilgili gıdalar gıdaların elimine edildiğinde, birkaç gün içinde iyileşmelerin görüldüğü, tekrar diyete eklenmesiyle ise kötüleşmelerin yeniden başladığı gözlenmiştir. Testin doğru çıkabilmesi için çok sayıda yiyeceği 3 haftadır yemiş olması gerekir. Bu teste York testi de deniyor. Fakat bu biraz pahalı bir test.

Testi yapma imkanı olmayan ya da pahalı bulanlar eliminasyon diyeti yapabilirler. Süt glüten, soya, badem, yumurta gibi en çok alerjen olan gıdalar diyetten çıkartılır. Eğer iyileşme varsa Daha sonra her 4-5 günde bir tanesini diyete eklenir. En sona glüten ve kazeini bırakılır. Bazı besin alerjileri ömür boyu sürebilir, ama birçok alerji belli bir zaman sonra kaybolur.

Hastalar ne gibi tahliller yaptırmalı?

Kan sayımı, eozinofil sayısı, immunglobulinler, dışkıda parazit taraması gibi klasik testlerin yanında ben iki testi çok önemli buluyorum. 1. Dışkı flora taraması, 2. York test (IgG tipi gıda alerjisi testi).

Tedavi nasıl yapılıyor?

Akut alerjinin klasik tedavisinde antihistaminikler ve kortizol kullanılıyor. Kronik tedavide ise mast hücresi stabilizatörleri, lökotiren inhibitörleri veriliyor.

Taşıma su ile maalesef değirmen dönmüyor. Çok sayıda ilaç yeni çıkmasına rağmen alerjik hastaların sayısı katlanarak artıyor. Çözüm gerçek nedenlerin bulunup elimine edilmesi. Bu bağlamda korunma tedbirleri çok önemli. Ama hastaları tedavi etmek gerekiyor. İlk hedefimiz bağırsak florasını düzeltmek. Bunun ana unsurları unlu-şekerli gıdaları iyice azaltmak (çünkü patojen bakterileri artırıyor), probiyotik yiyecekler ve/veya preparatların alınması, sindirim bozukluklarına karşı pankreas enzimleri, tespit edilen patojen mantar ve bakterilerin antibiyotiklerle tedavisi. İkinci hedefimiz alerjen gıdalar ve çevresel faktölerin eliminasyonu.

Besinsel ve çevresel korunma önlemleri

  • Sezaryen doğumlardan mümkün olduğunca kaçının.
  • Çok gerekmedikçe antibiyotik kullanmayın.
  • Katkı maddesi ilave edilmiş, rafine edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Un ve şekerden fakir, sebze, meyve, ot, et ve yumurta gibi doğal gıdalardan zengin bir diyet uygulayın.
  • Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
  • Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden zengin gıdalarla beslenin.
  • Pastörize ve hele de UHT’li sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Süt yerine geleneksel yöntemlerle mayalanmış süt ürünlerini (yoğurt, peynir, kefir) tercih edin.
  • Yeterli güneşlenin. Güneşli havalarda en az yarım saat güneşe maruz kalın. Yeterli güneşlenilmiyorsa takviye D vitamini alın.
  • Günde 6-8 bardak su için. Yeterli su alınmaması balgamın koyulaşmasına yol açar. İdrarınız koyu ise yeteri kadar su içmiyorsunuz demektir. Kaynak sularını ve alkali suları tercih edin.

KAYNAKLAR

  1. Demir AU, Karakaya G, Bozkurt B, Sekerel BE, Kalyoncu AF. Asthma and allergic diseases in schoolchildren: third cross-sectional survey in the same primary school in Ankara, Turkey. Pediatr Allergy Immunol. 2004;15(6):531-8.
  2. MC, Falkowski NR, McDonald RA, Huffnagle GB. The development of allergic airway disease in mice following antibiotic therapy and fungal microbiota increase: role of host genetics, antigen and IL-13. Infect Immun 2005; 73: 30–8.
  3. Fanaro S, Chierici R, Guerrini P, Vigi V. Intestinal microflora in early infancy: composition and development. Acta Paediatr 2003; 91 (Suppl.): 48–55
  4. http://www.lef.org/magazine/mag2010/sep2010_Whats-Really-Making-You-Sick_01.htm
  5. Truswell AS. Food sensitivity. Br Med J (Clin Res Ed). 1985;291(6500): 951-5.
  6. Mertz HR. Irritable bowel syndrome. N Eng J Med. 2003;349(22):2136-46.
  7. Drisko J, Bischoff B, Hall M, McCallum R. Treating irritable bowel syndrome with a food elimination diet followed by food challenge and probiotics. J Amer Coll Nutr. 2006;(6):514-22.25.
  8. Wilson CW, Kirker JG, Warnes H, O’Malley M. The clinical features of migraine as a manifestation of allergic disease. Postgrad Med J. 1980;56(659):617-21.
  9. Sampson HA. Comparative study of commercial food antigen extracts for the diagnosis of food hypersensitivity. J Allergy Clin Immunol. 1988;82(5 Pt 1):718-26.
Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Beslenme ve Metabolizma Bilim Dalı Başkanı
(www.beslenmebulteni.com)
(besahmet@yahoo.com)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz