21.2 C
İstanbul
Perşembe, Ekim 3, 2024

spot_img

Güzel insan için güzel bir yazı

Üç ay kadar önceydi, Alp Özkan’la konuşuyoruz. “Ahmet Abiyi her an kaybedebiliriz” dedi bize. “Yapılacak her şey yapıldı, geriye bir şey kalmadı.” Ahmet Aydın epeyce uzun süre mücadele etti kanserle, zaman zaman umutlandırdı bizi, ama hastalığı daha baştan en ileri safhadaydı, bir türlü tam geriletilemedi.

On dört yıl kadar önce girdi yaşamımıza. Sağlık ve tıpla ilgili görüşlerimizde devrim yaptı. Onunla tanışmadan önce de sosyalisttik, ondan önce de tıbba, sağlık sistemine eleştirel bakardık. Kişisel pratiğimizde olabildiğince koruyucu hekimlikten, bilgilendirmeden ve “iyi hekimlikten” yana durmaya çalışırdık. Ondan önce de tıbbı bir zenginleşme aracı olarak görmemiştik hiç. Yoksul hastalara arka çıkmaya çalışırdık hep.

Ama Ahmet Hoca’nın ilk konferanslarına katılımla birçok şey yerli yerine oturdu. Kafamızdaki insani ve muhalif söylemi tıp alanında ilk kez onunla bilimsel zemine oturtabildik.

O zamanlar henüz kitabını hazırlamamıştı. “Beslenme Bülteni” internet sayfası yoktu. Konferans sunumlarını, notlarını okurduk, dostlarla paylaşırdık.

Ahmet Aydın’ın getirdiği bilimsel bakış iki ana ayağın üstünde yükselir. Birincisi “Bütünsel Tıp”, ikincisi doğru beslenme.

Bütünsel tıp denilen şey, temel tıp bilimleriyle, klinik bilimin ve halk sağlığı çalışmalarının organik bağına dayanan gerçek tıp bilimi. Bu alanda en eskiden günümüze tüm deneyimleri kapsayan bilim olarak tıp, insanı bir bütün olarak kavrayan tıp zaten. Klinik branşların giderek güçlenmesi, uzmanlaşmanın abartılı boyutlara varması, işin içine her türden endüstrinin, paranın girmesiyle neredeyse tüm hastalıkları birbirinden ayrı ele alan günümüzün yabancılaşmış tıbbı, işte bu esasın üstünü örttü. Neredeyse sağ göz hastalığı, sol ayak parmak romatizması diyecek kadar normalliği ve anormalliği dilediği gibi eğip büken ve paraya dönüştüren günümüz ticari tıbbına karşı tüm bu laf kalabalığı, bilgi kirliliği içinde bilimselliği kazıp önümüze getiren kavram…

Elbette günümüzde de çok sayıda değerli bilimsel araştırma yapılıyor. Ama iki şeye dikkat! 20. Yüzyıl başında hızlanan, 1950-80 arasında daha da hızlanan ve bugün tartışılmaz doğru olarak kabul edilen temel tıp bilgisi sayesinde gerçekleşiyor bu yeni ilerlemeler. Fizyoloji, fizyopatoloji, histopatoloji, biyokimya vb. gibi esas alanlardaki temel doğruların üstünde. Ve dolayısıyla temel tıp anlayışına aykırı bir bilimsel tıp olamaz, şimdi giderek yaygınlaştığı gibi. Anayasaya aykırı yasalar olamaz. Ve iki: Birinciye de bağlı olarak, artık yönlendirmeli ve hedef saptırıcı araştırma ve yayınlar neredeyse çoğunluğa geçmek üzere.

Her neyse, Ahmet Hoca’nın söylemek istediği şuydu: Hızla artan insülin direnci, metabolik sendrom, diyabet, beslenmede şeker-karbonhidrat patlaması, çevre kirliliği, toksinli gıdalar yüzlerce hastalığı tetikliyor, yeni hastalıklar ortaya çıkarıyor, hasta bir toplum yaratıyor… Siz bunlarla tek tek mücadele edemezsiniz, sorunun kökenine inmelisiniz… Ve bu konuda devlet, sistem bir şey yapmıyorsa, sizin tek tek insanlar veya hekimler olarak yapabileceğiniz şeyler yok değil, VAR, ÇOK ŞEY VAR… Ama bu, ancak bugünkü sözde bilimsel tıbbı eleştirerek ve sistemin çeperini zorlayarak, gerekirse onun dışına çıkarak mümkün.

Buna bağlı olarak beslenme çok önemli. Halk, yoksulu varlıklısı çok yanlış besleniyor, onlara çok yanlış gıdalar sunuluyor. Hekimlerin, diyetisyenlerin doğru beslenin diye önerdikleri diyetler de bir o kadar yanlış. Ve Taş Devri Beslenme Anlayışı. Her ne kadar Hoca, büyük ısrarlarımızla sonunda çıkardığı kitaba nedense “Taş Devri Diyeti” adı vermişse de bu bir geçici diyet programı değil, her an delinebilir, ama tüm yaşam sürdürülebilir bir beslenme anlayışı.

Canan Karatay ve Karatay Diyeti

Temel, çatalıyla zeytin almaya kalkmış, bir hamle, iki hamle üç hamle.. zeytin sürekli kaçıyormuş. Arkadaşı çatalını tek bir hareketle zeytine batırmış, atmış ağzına, “Zeytin böyle yenir” demiş. Temel bozulmuş, “Ben yormasaydım, sen nah alırdın onu” demiş.

Bizim Ahmet Hoca da bir Temeldir, Trabzonludur. Tersoluğu, her şeye tersten bakışı oradan kaynaklanır…

Son on beş yılını yukarıda özetlemeye çalıştığımız anlayışı yaygınlaştırmakla harcadı Ahmet Aydın. Ondan önceki birikimi cabası. Ama Canan Karatay Hoca son dört yılda onu ülke çapında popüler yaptı, kendi de TV yıldızı oldu.

Kendi aramızda Ahmet Hoca için “Bizim şeyhimizdir” diye latife yaparız. Onu öyle görenler bu duruma gönül koydular. Fakat Ahmet Hoca’nın ağzından bizim bütün kışkırtmalarımıza karşın Karatay aleyhine tek laf alamadık.

Taş Devri Anlayışı, Karatay diyetinin neredeyse aynısı. Ahmet Hoca da bunu “Paleo Diet” adı verilen uluslar arası bilinen anlayıştan almış. Ama Paleo Diet, isterseniz açın araştırın, daha kısıtlı bir sistemdir. Ahmet Hoca bunu Türkiye mutfağı ve gıdalarına uyarladı, çok daha uygulanabilir, çok daha ağız tadına layık ve sağlıklı hale getirdi. Ama adına “Ahmet Aydın Diyeti” demeti. Deseydi, bizim ülkenin etik düzeyinde muhtemelen çok daha öncesinden popüler kılacaktı kavramı. Ama o öyle gönlü yüce bir insandır ki, her seferinde, en son görüşmemizde bile, “Önemli olan doğrunun kimin adıyla yaygınlaştığı değil, yaygınlaşmasıdır” demiştir.

Yeri gelmişken “Karatay Diyeti”ni de desteklediğimizi, bilimsel bulduğumuzu, ama Karatay’ın olaya ticari bakan tutumunu, kimi sansasyonel sözlerini onaylamadığımızı da ekleyelim.

Türk Tabipler birliği, İstanbul Tabip Odası ve Ahmet Hoca

Ahmet Hoca ile ne kişisel konularda, ne de siyaseten öyle uzun boylu sohbet etmişliğimiz yoktur. Kendini açmayı sevmezdi ve biz de bunu fazla zorlamadık. O yüzden siyasi görüşleri konusunda bölük pörçük fikirlerinden ve bazı dostların aktarımlarından kaynaklı bölük pörçük bilgilerimiz var, onun siyasi görüşleri de zaten anladığımız kadarıyla bölük pörçüktü, pek çok aydında gördüğümüz gibi.

Fakat şunları söyleyebiliriz: Genel anlamda Marksistti ve sosyalistti. Bir ara Yalçın Küçük okuruydu. Sonraları için ise özgürlükçü sosyalistti demek daha doğru olur. Ne ulusalcıydı ne de katı sosyalist. Yani en azından ilk dönemlerde TTB yönetimlerinde yer alanlardan farklı bir siyasi hattı yoktu.

Tabip odası lafı edildiğinde o yüzden hep buruklaşırdı. Öyle ya, güya siyaseten farklı düşünmediği bir hekim örgütü, Ahmet Hoca’ya bir kez olsun arka çıkmamış, tıp uygulamalarındaki hayati yanlışlara bir kez olsun karşı çıkmamış, ama hep karşısında yer almıştı. (Şahsen ben onlarla siyaseten de hiç uyuşamam, ama Hoca öyle değildi.) Sonuçta Ahmet Hoca, siyaseti yaşamında ön sıraya koymayan bir insan olsa da, az çok benzer şeyler  düşündüğü bir yapının sağlık ve tıp konusunda bu kadar taban tabana farklı bir konumda bulunmasını hiç affetmedi. Kaç defa söylemiştir, “Bana soruşturma açtılar. Bir şirketin şikayeti üstüne bana soruşturma açtılar…” Konu süttü, UHT süt üreten firmaların şikayetleri ve TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Başkanı’nın kışkırtmalarıyla İstanbul Tabip Odası 2008 yılında hakkında soruşturma başlatmıştı. Ahmet Aydın da 133 bilimsel referans göstererek “savunusunu” yapmıştı. Hocaların hocası Olcay Neyzi “Ahmet bir derya değil, okyanus” sözünü boşuna dememişti.

İlaç şirketleriyle ilişkiye girmedi, sponsorlu kongrelere gitmedi, para kazanmaya yönelik “tıbbi” tutumları bulunduğu her ortamda yerin dibine batırdı, muayenehane açmadı. TTB ile çelişkisi üst örgütsel temelde değildi (böyle şeylerin yaşamında yeri yoktu), günlük pratikte TTB aktivisti veya sempatizanı olan kendi meslektaşlarıyla kavgasından kaynaklanıyordu TTB’ye burukluğu.

Ona davul tozcusu, minare gölgecisi, alternatif şarlatan tıpçı muamelesi yaptılar; bunun böyle olmadığını gayet iyi bildikleri halde bilinçli bir cahillikle tutumlarını sürdürdüler. O da onlara her biri çok sayıda araştırmaya dayanan yayınlarıyla, kitaplarıyla verdi cevabını. Galiptir bu yolda mağlup şiarını yapıtlarıyla hayata kazımasını sağladılar bu “bilimci” ve popüler keskin solcu arkadaşlar. Onda bu azmi yarattığı için o arkadaşlara da teşekkür etmek gerek diye düşünürüm, o da öyle söylemişti zaten. Onun 15-20 yıl önce söyleyip alaycı aşağılamalarla karşılanan savlarını son birkaç ayda Dünya sağlık Örgütü ve A.B.D sağlık bakanlığı da onayladı. Kolesterol ve şeker konusundaki bu genelgeleri de yayımlayacağız.

O kendi işini yaptı. Doğru dürüst, siyasi cakadan uzak. Muayenehane açmadı, internet sitesi açtı binlerce kişinin sorusuna tek tek bizzat cevap verdi. Laboratuarında gördü hastalarını, binlercesine şifa verdi.

Jim Fixx ve Ahmet Hoca

Jogging (yavaş tempolu koşu) denen egzersiz yöntemini gerçi Jim Fixx bulmamıştır, ama başta ABD olmak üzere yaygınlaşmasında bir “çok satan” kitap olarak onun kitabının büyük katkısı olmuştur. İşte bu Jim Fixx, 52 yaşında jogging yaparken kalpten ölünce bütün spor sevmezler arkasından alaya aldılar adamı. Koşup durmak hani kalp sağlığına bu kadar yararlıydı, herif genç yaşında kalp krizinden öldü!

Şimdi de, insan Bu, çok kızmamak lazım, taş devri beslenmesine ne kadar muhalif varsa, onun arkasından bizimle dalga geçecekler. Ahmet Aydın kolon kanserinden öldü. İşte dedik size, o kadar kırmızı et, protein yemeyin, bunlar kolon kanseri yapar… dedik size…

Jim fixx’de doğuştan kalp büyüklüğü anomalisi ve genetik olarak çok güçlü kalp hastalığı riski vardı. Babası 35 yaşında kalp krizi geçirmiş, 43 yaşında başka bir krizde ölmüştü. Ayrıca Fixx kötü besleniyordu (fast-food tarzı), eşinden boşanmıştı, ağır gerilimle baş etmeye çalışıyordu. Ama demezler ki, ömrünü babasına göre 9 yıl uzatmış, yüz binlerce kişinin de sporla ömrüne en az birkaç yıl katmış.

Ahmet Hoca da herkes bilmez, çok sigara içerdi. En önemlisi yaşamı çok hareketsizdi, sporla arası hiç iyi değildi. (Kolon kanseri için genetik yük ve hareketsizlik beslenmeden daha önemli risklerdir). (Sağlık için hareketlilik ve doğru beslenme ancak birlikte bulunduğunda tam etki yapan iki iyileştirici ana etkendir.) On yıllarca çok sağlıksız ortamlarda çalıştı (radyasyonlu, kapalı, güneşsiz laboratuar gibi ortamlar.) Çok okuduğundan uykusu da kısıtlıydı. İlaveten içkisinden de geri kalmazdı. (Ahmet hocanın içtiği kadarı sağlık için bir risk oluştur mu? Burada bir şey ima etmiyoruz, sadece öğretisinde softa davranmadığını söylüyoruz.)

Bir de şu kırmızı et ve aşırı protein konusundaki demagojiye bir açıklık getirmek lazım. Ahmet Hoca bildiğim kadarıyla çok kırmızı et de yemezdi, zaten mangalcı da değildi. Çok kırmızı et, çok protein yemek sanırım Amerikan toplumuna özgü bir şey ve mit de oradan kaynaklı.  Geçen yıl kendi protein ve et miktarlarımızı hesapladık 15 gün süreyle. Önerdiğimiz normal miktarların hep altında kaldığımızı gördük. Çok protein, çok kırmızı et yemek kolay değil arkadaşlar. İsterseniz kendiniz de hesaplayın yediklerinizi. Ortalamada kilo başı 1 gram proteinin çoğu gün altında kaldığımızı gördük. Spor yapmayanlara göre bu normal zaten, tıptaki çoğunluk anlayışına göre. Ama spor yapanlar için (bizim gibi) 1.5 gram ya da 1 buçuğa yakın olması gerekir. Sporcular, ağırlık ve ağır kondisyon çalışması yapanlar boşuna hazır aminoasit takviyesi almıyorlar, et yemekle bu açık kapanmıyor.  Düşük protein organizmanın her dokusu, hücresi için bir yıkım. Yüksek proteinse eğer bir obur değilseniz, her yemeği iki porsiyon yemiyorsanız mümkün değil.

Güle Güle Ahmet Hoca

Sen, evet, ilk kez sen diyorum size -büyük eşitleyici ölüm, hepimizi bir gün eşitliyor, eşitleyecek- dünyamızı aydınlattın, aydın olmanın gerçekten ne anlama geldiğini bize yaşamınla, çabanla bir kez daha gösterdin. Ama alanımıza özgü olarak, tıbba ve sağlığa özel olarak “iyi hekimin” ne olması gerektiğini cümle aleme gösterdin. Öğrettiklerinle on binlerce kişinin ömrüne ömür kattın, daha da önemlisi, yaşadıkları sürece daha sağlıklı kalabilme yolunu gösterdin.

Herkese seninki gibi değerli bir ömür dileriz Hocam.

Tıp Bu Değil’i ilk senden onay alarak hazırlamaya başlamıştık, öncüsüz de devam ederiz yolumuza, bizden sonra da elbet birileri alır bayrağı Hocam.

Kaan Arslanoğlu

Related Articles

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bağlı Kal

6,807BeğenenlerBeğen
1,592TakipçilerTakip Et
0AboneAbone Ol

Son makaleler