Kolesterol savaşı kızıştı

0
800

DÖRDÜNCÜ ROUND: Serkan Yimsel yükleniyor, Pelikan dosyasını açıyor!

Sayın Dr. Yeşilçimen’e Yanıt (Kolesterolün Pelikan Dosyası)

1. “Sn. Yeşilçimen: Kolesterolün ciddi bir risk faktörü olmadığını gösteren hiçbir kanıt yoktur…”

YIMSEL YORUM 1:

  • Kan kolesterol düzeyi ile kalp hastalıkları arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmaların en büyüklerinden birisi Framingham araştırmasıdır. 1950’li yıllarda gerçekleşen ve 300 binden fazla orta yaşlı erkeğin incelendiği bu araştırmada görülmüştür ki kan kolesterol değerleri genellikle düşük olan 30’lu yaşlarda ilişki bulunurken, kolesterolün genellikle daha yüksek seyrettiği ve kalp krizi riskinin daha yüksek olduğu 50’li yaslarda hiçbir ilişki bulunamamıştır.
  • Dr. Harlan Krumbholz Yale Üniversitesi’nde 1000 kadar yaşlı insani inceleyen ve 4 sene suren araştırmasında gözlemlemiştir ki düşük kolesterole sahip bireyler, yüksek kolesterole sahip bireylere göre 2 misli daha fazla kalp krizi geçirmektedir. Varılan sonuç şudur: Serum kolesterolündeki her bir miligramlik düşüş, koroner hastalık riskini %11 arttırmaktadır.
  • Kanadalı Dr. Gilles Dagenais, 5000 orta yaslıyı inceleyen ve 12 sene süren araştırmasında kolesterol seviyesi ile kalp hastalıkları arasında hiçbir ilişki bulamamıştır.
  • Ayni şekilde İsveçli Dr. Lars Carlson hastanesinde düşük kolesterole sahip bireyler ile yüksek kolesterole sahip bireyler eşit oranlarda kardiyovasküler hastalıklara yakalanmışlardır.
  • Rusya’da Dr. Dimitri Shestov ve arkadaşları, düşük kolesterolün kalp hastalığı riskini daha fazla arttırdığını görmüşlerdir.
  • Fransız Dr. Bernard Forette Paris’teki araştırmasında en yüksek kolesterole sahip kadınların, en uzun yasadığını bulmuştur. Öyle ki düşük kolesterole sahip kadınlardaki olum ve hastalık oranı, yüksek kolesterole sahip kadınlara oranla 5 misli daha fazladır.

Bir risk faktörünün ciddi olabilmesi için, her şeyden önce aksini gösteren hiçbir bilimsel araştırma olmaması gerekir ki yukarıdaki araştırmalar bu olasılığı ortadan kaldırmaktadır. Üstelik eğer bir risk faktörü ciddi ise; ülke, ırk, cinsiyet, yas vb. faktörler ne olursa olsun sağlam şekilde ayakta durabilmelidir. Şöyle bir örnek vereyim, bıçakla çok oynayan ya da işi sürekli bıçakla olan birisinin bıçak yaralanması riski elbette ki yüksek olacaktır. Halbuki evinde, is yerinde ya da mutfağında bıçağı olmayan veya bıçakla herhangi bir iş yapmayan birisinin böyle bir yaralanmaya maruz kalması riski oldukça düşüktür. (Bu bireyin benim gibi büyük ilaç şirketleriyle atışan bir beslenme uzmanı olması durumunda bu risk elbette ki tartışılır!!!)

Böyle bir risk, birey kadın olsun erkek olsun, siyah olsun beyaz olsun, Türk olsun Amerikalı olsun, 30’unda olsun 50’sinde olsun üç aşağı beş yukarı aynı kalır, değişmez. Hâlbuki yukarıdaki araştırmalarda da görüldüğü gibi yüksek kolesterol 30’lu yaşlarda risk iken 50’li yaşlarda risk olmamakta, Amerikalıda risk olurken Kanadalı, İsveçli ya da Rusta risk olmaktan çıkmakta, erkeklerde risk olurken kadınlarda olmamaktadır. Bu durumda nasıl olur da kolesterol konusunu “ciddi bir risk faktörü” olarak görebiliriz???

2. “Sn. Yesilçimen: Kalp krizi ve koroner hastalıkların bilinen bir düzine nedeni vardır, genetik faktörler, sigara, şişmanlık, hareketsiz yasam vb. …”

YİMSEL YORUM 2:

Bu bahsettikleriniz, istatistiksel olarak koroner hastalıklarla ilişkisi bulunan risk faktörleridir, neden değil. Bir risk faktörü neden olabilme ihtimali taşır ancak çoğunlukla neden değildir. Bu risk faktörlerinin de sayısı öyle bir düzine dolaylarında değil, bir kaç yüz dolayındadır. Hatta ve hatta bu risk faktörlerinin arasında kellik ve horlama dahi gelmektedir. Ancak horlamanın ya da kelliğin kalp krizinin nedeni olmadığı aşikardır.

Bilinen bir gerçek, ülkelerin refah düzeyi arttıkça genellikle kalp krizi vakalarının da arttığı gerçeğidir. Bu nedenle refah düzeyi artan ulusların olağan yasam şekillerinde fakir ülkelere göre farklı olan hemen her husus bir risk faktörü niteliği taşır. Şöyle bir örnek vereyim, varsayalım kalp krizinin ana nedeni araba egzoz gazları olsun. (Bu varsayımın bir bilimselliği elbette ki yoktur, bu örneği risk faktörlerinin nasıl yanlış çağrışımlara yol açabileceğini gösterebilmek için veriyorum). Mantıksal olarak daha fazla araba satılan ülkelerde koroner hastalıklardan kaynaklanan ölümler de daha fazla olacaktır.

Ancak bu ülkelerdeki insanlar, refah düzeylerinden dolayı fakir ülkelerdeki insanlara nazaran araba dışında başka objeleri de satın almaktadırlar, televizyon setleri gibi. Bu durumda otomatik olarak koroner olum rakamları, satılan televizyon seti rakamlarıyla ilişkili hale gelir ve televizyonu risk faktörleri arasına koyar. Ancak televizyon setimizi pencereden dışarı atarak kalp krizini önleyemeyeceğimiz besbellidir.

3. “Yesilçimen: Ne yazık ki bilim, bu şekilde iğne ile kuyu kazarak ilerliyor.”

YİMSEL YORUM 3

Çok doğru söylediniz, modern bilimin kolesterol değerlerini belli bir rakam aralığına oturtma çabası kelimenin tam anlamıyla “iğneyle kuyu kazmak”tır. İğneyi kürekle değiştirmeyi kimse istemiyor çünkü bu problemin daha çabuk ve ucuz çözümüdür… Nedir burada “kürek” ile temsil edilen kolay çözüm? Herşeyden önce koroner hastalıkların bir “kolesterol hastalığı” olmadığı gerçeğini açıklayabilmektir.

Bundan sonra hastalığın vücutta oluşturduğu sinyalleri kontrol altına alma yerine, bu sinyallerin asıl oluşum nedenlerine inebilmektir. Artık bütüncül tıbbın bütün uzmanları koroner hastalıkların ensülin direnci ile olan bağlantısını anladı ancak modern tıp hala bunu dikkate almıyor. Sonuçta ne oluyor, bütün sinyaller kontrol altına alınıyor ancak hala koroner hastalık oluşumu önlenemediği gibi hastalık gittikçe daha genç yaşlardan kurbanlar seçiyor…

4. “Sn. Yesilçimen: LDL üst sınır değeri giderek aşağı düzeylere çekiliyor, bundan hem ilacı satan hem de alan kazanç sağlar..”

YIMSEL YORUM 4

Bu soruda benim dikkati çekmeye çalıştığım kesim, ne ilacı satan ne de alan kesimdi. Yeni kolesterol talimatnamesini organize eden 9 doktordan 8’inin ilaç firmalarıyla finansal ilişkide olduğunu biliyor muydunuz? Bunlardan 2’si borsada ilaç hisse senedi sahibi idi, 2’si talimatname bitiminde ilaç şirketlerinde çalışmaya başladılar ve bir tanesi de yan iş olarak 10 farklı ilaç şirketiyle anlaşmalı çalışma halindeydi. (USA Today, Ekim 16, 2004)

Ne yazık ki görüldüğü gibi hasta ve ilaç şirketi dışında bir üçüncü karlı kesimden de bahsediyoruz: DOKTORLAR!!! Peki bilimin tarafsızlığına ne oldu? Birçok hastanın geleceğine karar verecek olan bu yeni bildirgenin doğruluğuna ne kadar inanılabilir ki?

Hadi bu ayrıntıyı görmemezlikten gelelim, konuyu sadece satıcı ve alıcı arasında düşünelim. Efektiflik acısından sonuç yine adil değil ki… Neden mi? Şöyle açıklayayım: Eğer bir idrar yolu enfeksiyonu söz konusu ise, bunun antibiyotik ile tedavisi sonucu her 10 hastadan 9’u bir kaç gün içerisinde iyileşmektedir. Hâlbuki Zocord statin ilacının kullanıldığı 4S araştırmalarında da görüldüğü gibi bir doktor, tek bir ölümcül kalp krizi vakasını önleyebilmek için 28 hastasını en az 5 yıl tedavi etmek zorundadır. Karaciğer fonksiyonu anormallikleri, kas ağrıları, kas dokusu dejenerasyonları, immun sistemi zayıflıkları ve kanser riski de cabası… (Yan etkilerle ilgili daha geniş bilgi sonra…)

Peki, ilaç şirketlerinin kazancı ne oldu? Eski talimatnameye göre 13 milyon insana reçete yazılırken, yeni talimatnameyle bu rakam 36 milyona, yani neredeyse 3 katına çıktı. Düşünebiliyor musunuz mahalledeki bakkalın dun 100 ekmek satarken, bugün 300 ekmek satmaya başladığını? Elini dahi kıpırdatmadan…

Bu verilere bakıp “satan da karlı, alan da” demek mümkün mü?

5. “Sn. Yesilçimen: LDL düzeyi aşağı çekildiğinde koroner olay sayısı anlamlı derecede azalır…”

Kolesterol düşürücü alan gurup Kolesterol düşürücü almayan gurup
Ölümcül olmayan kalp krizleri % 2.8 3.1
Ölümcül kalp krizleri % 2.9 % 2.9
Toplam ölümler % 6.1 % 5.8

Profesör Doktor Uffe Ravnskov’un araştırmalarında da görüldüğü gibi toplam 26 kontrollü araştırmadan derlenen sonuçlara göre; LDL kolesterolünü ilaçla düşüren tedavilerde ölümcül olmayan kalp krizi vakalarında % 0.3’lük bir düşme sağlanabilmesine rağmen, ölümcül kalp krizlerinde hiçbir değişiklik olmamış, hatta toplam ölümlerde artış dahi gözlemlenmiştir.

Uffe Ravnskov’un dikkati özellikle çektiği bir konu daha var. Statinli ilaçların kullanılarak LDL kolesterol düzeyinin aşağı çekildiği bütün araştırmalarda, koroner hastalığı önleme başarı oranı, LDL düzeyindeki azalma oranından tamamen bağımsız kalmıştır. Eğer LDL düzeyi gerçekten de kalp hastalıklarının belirgin bir risk faktörü ise, nasıl olur da bu “kötü huylu” değerin bir kaç miligram düşürülmesi ile, 50-60 miligram düşürülmesi arasında belirgin bir fark olamaz?

Buradan da açıkça anlaşılabileceği gibi statin ilaçlarının koroner hastalıkların riskini düşürme mekanizması, kolesterol mekanizmasına değil, başka mekanizmalara bağlıdır. Bunu açıkladıktan sonra doktor Ravsnkov statin ilaçlarını ancak ve ancak koroner riski çok yüksek olan hastaların (4-5 senelik ömür verilen) kullanmasını önermektedir.

Kolesterol ilaçlarının koroner hastalıkları önlemedeki başarısızlığına bir diğer örnek, Journal of American Medical Association (JAMA) Aralık 18, 2002 tarihli araştırmadır. Yaklaşık on bin kişinin gözleme alındığı bu araştırmada, LDL değeri %28 oranında ve total kolesterol değeri %17 oranında düşmesine rağmen, kontrol gurubuyla karşılaştırıldığında gerek genel ölüm oranları, gerekse kardiyovaskuler ölüm oranları arasında hiçbir fark bulunamamıştır.

Ayni şekilde Ağustos 2003 tarihli American Journal of Cardiology araştırmasında da görüldüğü gibi statin ilaçları vasıtasıyla LDL kolesterolünün düşürülmesi, damar içerisindeki plakaların oluşma hızını etkilememiştir. Öyle ki statinli bütün gruplarda damar içerisi plaka oluşumu ortalama % 9.2 oranında artmıştır.

6. “Sn. Yesilçimen: Statin grubu kolesterol ilaçları güvenlidir ve yan etki oranı düşüktür…”

YIMSEL YORUM 6:

Vücudun doğal olarak ürettiği herhangi bir maddenin üretimini değiştirecek bir ilacın güvenliği tartışılırken, önce bu maddenin vücutta aldığı bütün görevler göz önüne alınmalıdır. Ne yazık ki modern tıp ve birçok doktor, kolesterolü tanımıyor. Dehşetle korktuğumuz ve miktarını kontrol altına almaya çalıştığımız bu maddenin:
a-) Hücre zarı akışkanlığını ve geçirgenliğini kontrol ederek hücre metabolizmasında çok önemli bir rol oynadığını,
b-) Vücudun genel onarıcı malzemesi olduğunu ve bu nedenle hem zarar gören damarlarda hem de bütün yaralı dokularda bolca kolesterol bulunduğunu,
c-) Mineral metabolizması dahil birçok önemli fonksiyona katılan D-vitaminin öncü maddesi olduğunu
d-) Güçlü bir antioksidan olduğunu ve kanser ile diğer immun hastalıklarıyla mücadele ettiğini
e-) Düzgün nörolojik fonksiyonlar için gerekli olduğunu, özellikle hafızanın gelişmesi ve serotonin beyin kimyasalının yükselmesinde kilit rol oynadığını,
f-) Adrenal hormonlar dahil bütün hormonların yapımında kullanıldığını ve bu nedenle bahsi gecen hormonların görev aldığı bütün metabolik işlemleri (kan sekeri ayarlamasından tutun, kemik mineralizasyonuna kadar) dolaylı yollardan etkileyebileceğini BİLEN ÇOK AZ AYDIN VAR!

Bu bilgilerin ışığında simdi kolesterolün vücuttaki sentezinin statin ilaçlarıyla etkilenmesi olayının güvenilirliği ve güvensizliği daha iyi tartışılabilir. Mantıklı düşünen bir birey, vücutta bu kadar görevi bulunan bir doğal maddenin oluşumunun engellenmesi durumunda nasıl bu fonksiyonların; en azından bir kısminin etkilenebileceğini görecektir. Nitekim aşağıda bu düşünceyi doğrulayan araştırmalar mevcuttur:

Statin ilaçlarının tehlikeleri arasında ilk sırayı, Co-Q10 enziminin bloke edilmesi almaktadır. Çünkü bu ilaçlar kolesterol sentezini önlerken; ATP üretimi, kas elastini ve kas kolajeni yapımı gibi fonksiyonları bulunan Co-Q10 enzimini de bloke etmektedirler. Nitekim Kaliforniya’da San Diego’da doktor Beatrice Golomb, Lipitor’un kullanıldığı deneye katılan hastaların %98’inde kas ağrıları ve kramplar gözlemlenmiştir. (Elanor Laise. The Lipitor Dilemma, Smart Money: The Wall Street Journal Magazine of Personal Business, Kasim 2003)

Avusturya’da Ailevi Kolesterol Yüksekliği bulunan 22 atletten sadece 6’si statin tedavisine devam edebilmiştir. Gerisi kas ağrılarına dayanamamıştır. (Sinzinger H, O’Grady j. Clın Pharmacol. 2004 Apr;57(4):525-8)

Danimarka’da 500 bin bireyi inceleyen araştırmacılar, statin kullanan hastalarda polinöropati denilen ve ellerle ayaklarda karıncalanma ile ağrılara, yürüme aksaklıklarına vb. nörolojik bozukluklara neden olan bir hastalığın görülme olasılığının arttığını bulmuşlardır. Öyle ki statinleri 1 yıl kullanan hastalarda risk %15 iken, bu süre 2 yıla çıktığında risk %26’ya fırlamıştır. (Gaist D ve digerleri. Neurology 2002 Mayıs 14;58(9): 1321-2)

Yine Co-Q10 enzimindeki yetersizliğe bağlı olarak kardiyolog Peter Langsjoen incelediği 20 hastasında 6 aylık düşük doz Lipitor tedavisinden sonra her 3 hastasından 2’sinde kalbin dolum evresinde aksaklıklar olduğunu gözlemlemiştir. Öyle ki kalp yetmezliği bulunan hastaların kolesterol değerlerindeki her bir birim düşme, gelecek 3 sene içerisindeki ölüm riskini %36 oranında arttırmıştır. (Clark AL ve digerleri. J Am Coll Cardiol 2003;42: 1933-1943)

Boston’da Trufts Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada statin ilaçları, vaskuler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) mekanizmasını taklit eder şekilde hastalarda yeni kan damarı büyümelerine neden olmuştur. Doktor Michael Simons, bunun çok da iyi bir gelişme olmadığını, yeni damar oluşumlarının tümör oluşumlarını da hızlandırabileceğini notlarına eklemiştir. Nitekim Journal of the American Medical Association (JAMA) 3 Ocak 1996’daki bir araştırmada, Dr. Simons’un sözlerini doğrularcasına statin ilaçlarının birçok laboratuar hayvanında kanser oluşumlarına sebebiyet verdiğini duyurmuştur.

İsviçre’de yapılan bir başka araştırmada, aralarında Lipitor’un da bulunduğu üç statin ilacının denenmesi sonucu hastaların yardımcı T-hücrelerinde azalma meydana gelmiştir. Bir başka deyişle statin ilaçları, hastaların immün sistemini bastırmıştır. (Nature Medicine, 2000; 6:1311-1312, 1399-1402)

Pittsburgh Üniversitesi’nde Mevacor isimli ilacın denendiği bireylerde beyin fonksiyonları, özellikle dikkat ve reaksiyon hızı olumsuz yönde etkilenmiştir. Bunun anlamı, yaşam kurtaran reflekslerin (örneğin bir araba kazasının oluşma riski) yavaşlamasıdır.

Şimdiye kadar sözü gecen yan etkileri bir özetleyelim: Kas ağrıları, nörolojik fonksiyon bozuklukları, immun sistemi zayıflaması (AIDS), kalbin dolum fazı bozuklukları (KALP YETMEZLIGI) ve tümör riski (KANSER). Eğer bütün bu yan etkilere bakıp da hala statinlerin güvenli olduğu düşünülüyor ise, şunları unutmamak lazım:

  1. Statin tedavilerinde hastaların %75’e yakını yan etkilere dayanamayarak ilk 3-8 ay içerisinde tedaviyi bırakmaktadır. (Jay S. Cohen, MD, The Truth About Crestor)
  2. Şimdiye kadar statinlerin uzun vadede (10-20 sene gibi) nelere yol açacağına dair tek bir araştırma yoktur.
    Bu durumda elde yeterince delil olmaması gayet doğaldır. Gerek tedaviler, gerekse araştırmalar yeterince uzun sürmemiştir ki…

7. “Sn. Yesilçimen: İlaç yan etkilerinin birçoğu yanlış kullanımdandır. Yanlış ilaç kullanımının bir sürü nedeni vardır: Yaşlı insanlarda bunama ve unutkanlık, diğer ilaçlarla etkileşim, doktorun vakit darlığı ve unutkanlığı…”

YIMSEL YORUM 7

Konu ilaç yan etkileri olunca, herşeyden önce olayın büyüklüğünü ve ciddiyetini bütün etrafıyla kavrayabilmek lazım. 1998 JAMA istatistiklerine göre Amerika’da 106 bin insan öldü ilaç yan etkilerinden. Bu günde 300 kişinin ölümü demek.

Amerika’daki bütün uçak kazalarından olan ölümler toplandığında yılda bu rakama yetişmek halen mümkün değil. Halbuki medyada ilaç yan etkisi epidemisinden tek bir haber geçilmez iken, bir uçak kazasının haberi bazen aylarca gösterimde kalıyor.

Üstelik birçok uzmana göre ilaç yan etkilerinden olan ölümlerin raporları, gerçek rakamların çok çok altında. Pensilvanya Üniversitesi’nden doktor Brian Strom birçok doktorun ilaç yan etkilerinin FDA (Gıda ve İlaç Dairesi) kurumuna bildirilmesi gerektiğini bilmediğini vurguluyor. Harvard Tıp Okulu’ndan Prof. Dr. David Bates, hastanelerin tetkikleri önlemek amacıyla yan etki raporlarını en azda tuttuklarını yazıyor JAMA makalesinde. Hatta FDA kurumunun kendisi bile bunu kabul ediyor ve diyor ki: “Bizim yılda aldığımız 250 bin yan etki raporu, tahminen gerçek raporların %5’ini ancak oluşturabilir” (Dickinson’s FDA Review, Mayıs 2000; 7(3):13-14)

Düşünebiliyor musunuz, gerçek raporların sadece yüzde beşi açığa çıkarıldığında bulunan olum sayısı günde 300 kişi!!! Eğer raporların tamamı düzgün tutulsa idi kaç olum olurdu kim bilir? Böylesine büyük bir suçun sorumluluğunu basitçe “unutkanlık” “bunama” “vakit darlığı” ya da “başka ilaçlarla karışım” gibi nedenlere bağlamak yeterli olabilir mi?
Gerçek neden, aşırı dozdur. Aşırı doz derken, doktor yazısını okuyamadığı ya da gözlüklerini unuttuğu için hastanın “bir draje” yi “10 draje” görmesinden kaynaklanacak aşırı dozlardan bahsetmiyorum. Bahsettiğim aşırı dozajlar, doktorlar ve ilaç şirketlerini çok yakından ilgilendiren, çıkara ve ihmalkarlığa dayalı aşırı dozajlardır.

Simdi sayın Dr. Yesilçimen’in birçok neden saydıktan sonra en sona eklediği ve “küresel rekabet” tabirinin içerisine gizlediği çıkar konusunu bir derinlemesine inceleyelim. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nde (FDA) herhangi bir ilacın onay için beklediği bir günde ilaç şirketleri 1-2 milyon dolar civarı kaybeder. Bu nedenle FDA’nin işleyiş sistemi, %80 oranında bir ilacın onay suresini en kısa süreye indirmek amacını güder. İlaç güvenliği ve yan etki araştırması için harcanan kaynaklar %5’i zor bulur. (Dr. David Graham’in raporları).

Bununla yetinmeyen FDA, ilacın ilgili hastalıkla etkileşimini kendileri incelerken, onun yan etkilerinin olup olmadığının incelenmesi konusunu ise ilacı üreten firmaya bırakmaktadır. Sizce hangi ilaç şirketi çıkıp da ürettikleri bir ilacın güvenliği ve olası yan etkileri konusunda %100 adil davranabilir? Bunu doğrular şekilde üç doktorun yaptıkları araştırma sonucunda ortaya çıkardıkları istatistiklere göre şimdiye kadar piyasaya çıkartılan ilaçların %51’inin ciddi yan etkileri ilaç piyasaya çıktıktan sonra saptanmıştır. (Melmon et al., op. cit.)

İlaçların yan etki incelemelerine ve güvenliğine yönelik yönetmeliklerde böylesine boşluklar olunca meydanı boş bulan ilaç şirketleri, ürettikleri ilaçların dozajlarını etkili olacak miktarın çok daha üzerinde tutmaktadır. İlaç dozajı arttıkça, yan etki olasılığı da artmaktadır. Doktor Jay Kohen’in araştırmalarına göre 50’nin üzerinde insanin ölümünden sorumlu Baycol’un prospektüsünde tavsiye edilen dozaj miktarı 0,4 mg/gun dur. Bu miktar LDL kolesterolünü %34 oranında düşürecek etkiye sahiptir.

Bu oran, birçokları için aşırıdır. Öyle ki 0,3 mg/gün ‘lük bir dozaj (tavsiye edilen dozajdan %25 daha az) LDL kolesterolünü %31 oranında düşürecek kadar güçlüdür ve bu oran birçok hasta için yeter de artar bile. Hatta öyle ki bir araştırmada sadece 0,2 mg/gün’lük Baycol (tavsiye dozunun yarısı), hastaların %52’sinin LDL kolesterolünü %30 oranında düşürebilecek etkiye sahiptir (International Journal of Clinical Practice, 1999; 53(4):24350)

Bu dozaj yüklemeleri, doğal olarak yaslı hastalarımızı daha çok etkilemiştir. Öyle ki Baycol dahil diğer birkaç statin ilaç şirketinin yetkilileri, kişi yaşlı olsun genç olsun aynı dozajı tavsiye etmektedirler prospektüslerinde. Örneğin Lipitor’un prospektüslerinde, yaşlı insanların kan plazmasındaki konsantrasyonunun %40 oranında daha fazla seyretmesi durumunun bilinmesine rağmen farklı bir dozaj ayarlamasından bahsedilmemektedir. (Jay Cohen, MD) Yani genelde “bunaklık” değil problem, büyüklerinizin gözlüklerini değiştirmeniz ya da tecrübeli bir hemşire tutmanız durumu pek değiştirmeyecek gibi görünüyor…

Peki bu durumda ilacı verecek olan zavallı doktorun suçu ne diye merak edilebilir, çünkü birçok doktor ilaç şirketlerinin kendilerine önerdiği dozajları uygulamaktadır hastalarında. İste olayın ihmalkarlık kısmı burada ortaya çıkıyor. Dozajlıma, ilaç güvenliği ya da yan etkiler konuları gündeme geldiğinde doktor kendisine yeterince bilgi vermeyen ilaç şirketlerinin ilaçlarını yazmamalı hastalarına. Ya da en azından en düşük dozajdan başlayarak yavaş yavaş arttırmalı, dozajı tedaviye cevap vermeye başlayana kadar. Ancak bu durumda ilgili ilaç sirketinin doktora sağladığı avantalar güme gidebilir elbet. Bu avantalar arasında neler yok ki, kişisel hediyeler, bedava yemekler, seyahat primleri, ücretsiz sempozyumlar vs. vs. (Wazana, A. Physicians and the pharmaceutical industry, JAMA, 2000; 283 (3):373?80. İlaç Şirketleri-sahtekârlık-etik yazı dizisi, www.beslenmebulteni.com) (Bu konuda derinlemesine bilgiler daha sonra…)

Statinlerin yan etkilerinin çoğunun başka ilaçlarla karışımdan kaynaklandığı iddiasına gelince. Baycol’un öldürdüğü ilk 31 vakanın (bu istatistik açıklandığında ölümler henüz durmamıştı, sonradan yeni rakam 52 olarak açıklandı) 19’unda ölümler bu ilacın tek başına kullanıldığı esnada oluşmuş, 12’sinde ise bir başka ilaçla birlikte kullanıldığı esnada oluşmuştur. Görüldüğü bu statin ilacının yan etkilerinden olan ölümlerin %60’inda başka bir ilaçla komplikasyon olayı söz konusu değildir.

8. “Sn. Yesilçimen: Neyse ki kullanımı daha kolay ve güvenli statinler bu boşluğu doldurmuştur”

YIMSEL YORUM 8

Bu keşke pratikte de geçerli olabilseydi. Ama ne yazık ki ilaç şirketlerinin yaptırıcı gücü engellenmedikçe bu mümkün olamayacağa benziyor. Mesela Crestor… En yeni, en güvenli diye tanıtılan, Baycol’dan 2-3 sene sonra piyasaya çıkan ve günümüzde neredeyse Lipitor’un tahtını ele geçiren bu yeni statin aslında Baycol’dan daha fazla risk taşıyor. Öyle ki bu yeni statinin piyasadaki en düşük dozajı 5mg/gün ve LDL kolesterolünü bazı hastalarda %70’lere varan ölçülerde düşürebilecek etkiye sahip. (Olsson, AG, Pears, J, McKellar, J, et al. American Journal of Cardiology 2001;88:504-508) Birçok hasta için bu rakam çok gereksiz ve riskli. Hâlbuki 1mg/gün kadar düşük dozajlarda dahi hastalarda %35 gibi başarılı düşüşler yakalamak mümkün.

Yani görüldüğü gibi Baycol’dan pek ders alınmamış durumda hala. İlaç güvenliği ya da optimum dozaj ayarlama konularının teknolojiyle alakası olmadığına bir örnek bu. Bir diğer örnek, Jay Cohen’in Over Dose “Aşırı Dozaj” isimli kitabından geliyor. Öyle ki taa 1960’li yıllarda dahi doğum kontrol haplarıyla menopoz ilaçlarına konan dozajların gerekli dozajdan %300-%800 kadar daha fazla olduğunu bilecek teknoloji mevcuttu ama hiçbir şey yapılmadı. Bunun bedelini kimler ödedi? Fazla östrojenin yan etkileri olan felç ve meme kanserine kurban giden annelerimiz, ablalarımız…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz