Süt dağıtımı nereden çıktı?

0
1414

Ankara’nın eğitim yılının bitmesine az bir zaman kala okullarda süt dağıtması, bir yandan ciddi bir tartışmanın fitilini ateşledi, diğer yandan da orta yaş grubundan herkesin yaşadığı eski süt tozu krizini akla getirdi. Bültenimizin bu sayısını Gıda Hareketi’nin Başkanı Kemal Özer’in yazısına ayırdık.

Süt dağıtımı nereden çıktı?

Geçen haftalarda Aksiyon Dergisi gıda tartışmalarını kapak yaptı. Derginin görüşüne müracaat ettiği -ismi buraya yazmaya değmez- bir profesör(!) gıda ve ziraat mühendisleri hariç gıda konusunda konuşan herkesin hapisle cezalandırılmasını öneriyor. Bu saçmalamayı ciddiye alacak değiliz elbette.

Bu tür densizliklere Radikal yazarı Yıldırım Türker, “Bu milleti zehirleyen süt” başlıklı yazısında “Akademisyeni böyle olan bir ülkede havadan bile zehirlenebilir insan” şeklinde okkalı bir cevap veriyor zaten.

Öte yandan güncel süt tartışmalarında da bir kez daha gerçek yüzlerini gösteren üretici, akademisyen, medya ve bir takım siyasetçilere kapak olması için, yazımıza; ülkemizde gıda emperyalizmini yarım asır önce 65 kitap yazarak dile getiren merhum Doç Dr Osman Nuri Koçtürk’ün 1969’da kaleme aldığı ‘Açlık Korkusu’ adlı eserinden önemli bir alıntı yaparak başlayalım.

“Ünlü bir kapitalist eğitimci, gerçeği şöyle dile getiriyor: “Geri ülkelerde ekonomik, sosyal ve politik ortamı istenilen yönde değiştirebilmek için kendilerinden yana 200 bilim adamının(!) hizmete sokulmasının yeterli olur.”

Ne yazık ki bu ülkelerde bilim adamına duyulan saygı ve inanç; 200 kişi ile çoğunluğun kanılarının değiştirilmesi ve aldatılması için çok zaman yeterli olur.

Kapitalizm bu inanç içinde, bilim adamlarına para kazanmanın tadını tattırmayı gerekli görmüş ve geri ülkelerin çoğunda, sermayenin kurup işleteceği özel yüksek okulların kurulması yoluna girilmiştir. Böylece özerk üniversitelerde düşük ücretlerle çalıştırılan öğretim üyeleri sermaye çevreleri ile maddi ilişkiler kurar.

Patrona uymanın ve dediklerini yapmanın kendisine kazandırdıklarını bizzat görerek ve inanarak onun adamı olur. Sermaye, bilim adamlarına ödediği ücreti, halk çocuklarının sırtından tahsil etmeyi ve öğrenimi bir tüketim haline getirerek, bundan bir de kâr sağlamayı bilmektedir. Bu suretle bu ülkelerde bilim; sermayenin emri altında ve onun egemenliğini sürdürmede kullanılan bir araç haline geliyor. Bilimin bu amaçla kullanılması yüz kızartıcı bir gelişmedir.

Sermaye bunu sağlamak için gerekiyorsa yabancı sermaye ve bu sermayenin temsilcisi ülkelerin fonlarından, mali ve teknik yardımlardan da yararlanmayı bilmektedir.

Hem kendi kültürünü yaymak ve hem de korku toplumlarındaki korkuları sürdürürken, bir taraftan da sömürüye elverişli bir ortam hazırlamak için bilim adamlarını şartlandırmanın şart olduğunu iyi bilen kapitalist ve emperyalist ülkeler, çeşitli kombinezonlar içinde bu girişimlere omuz verirler.

Bilimi ve bilim adamını tamamen yozlaştıran bu kabil çalışmalar için, ABD’nin Rockefeller Foundation ismi altında faaliyet gösteren vakfını örnek verebiliriz. Bu kuruluş dünyanın bütün korku toplumlarında eğitim düzenini etkilerken, açlık korkusunun ayakta tutulmasına özellikle dikkat etmekte ve bu amaçla avuç dolusu para harcamaktadır.

Rockefeller Vakfı ile birlikte Ford Vakfı ve AID Kuruluşu, geri ülkelerde müşterek hareket ederler. Bunların çabaları birleşince, bilim adamları, kapitalist ülkenin yaymaya çalıştığı açlık korkusunun ya­tağı haline gelir ve bu sayede ABD’nin üretim artıkları, bu korku toplumlarına akmaya başlar.

Miadı geçmiş yavan süttozu bir kilise kuruluşu olan CARE teşkilatı aracılığı ile geri ülkelerin ilkokul çağındaki masum yavrucuklarına yedirilmeye başlanır. Çocuklar mutlu olmayı öğrenmeden, toplumlarının aç ve Amerika’ya muhtaç bir toplum olduklarını öğrenirler.

Bu, gelecek kuşaklarda da şartlanma yaratılması ve açlık korkusunun onların kafasına yerleştirilmesi için bilhassa önemlidir. İşçiler ve fakir halk tabakaları kullanılmaz hale gelmiş olan üretim artıkları ile beslenmeye ve başkasının yardımına muhtaç kalmış bir insanın duyduğu acz içine iteklenmeye başlanır.

Üniversitelerde gerçekleştirilen korku ortamı buradan halk tabakaları arasına yayılır. Yardımların sağlanması ve üretim artıkları ile gübre, tarım ilacı, tarım araçları maddelerinin sağlanmasında, AID ile Birleşmiş Milletler’in iyi niyetle kurulmuş teknik organizasyonları gibi görünen FAO – UNICEF ve benzeri kuruluşlar aracılık ederler.

Türk ilkokul öğrencileri 15 yıla yaklaşık bir zamandan beri, Amerikalıların üretim artığı, yavan süttozu, kurtlanmış unları ve hatta insan yiyeceği olmaktan çok hayvan yemi olarak tanımlanan pamuk çekirdeği küspesi, soya küspesi gibi yiyeceklerle besleniyorlar. Bir zamanlar insancıl bir yardım zannettiğimiz bu girişimlerin tabanında yatan kötü niyeti sezdikten sonra, yavan süttozu yardımına milletçe karşı çıktık.

Öğretmen çoğunluğunun, bilim adamlarının bu konuda söyleyip yazdıkları, iktidar ile şartlandırılmış bilim adamlarımızı etkilememiş ve Müslüman bir toplum olan Türk halkı, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir Kilise teşkilatı olarak bilinen CARE’in sağladığı bozuk süt tozlarını çocuklarımıza içirmeye devam etmiştir.

Bir süre önce Ege bölgesinde yüzlerce yavrumuzun bu süttozundan zehirlenmiş ve öğretmen kuruluşlarının ilgili bakanlıklara başvurarak uygulamanın durdurulmasını istemiş olmaları, açlıkla korkutulmuş iktidar ile şartlandırılmış bilim adamlarını gerçeği inkâr etmekten geri koymamıştır.

Bir bilim adamı gurubunun bölgede yaptığı incelemeden sonra, “zehirlenmelerin süttozunun bozuk oluşundan değil de, çilekeş Türk öğretmeninin süttozundan süt hazırlarken yaptığı hatalardan dolayı ortaya çıktığı şeklinde bir dedikodu yayılmış” ve daha sonra da yeniden uygulamaya geçilmişti.

Bu arada bozuk süt tozları el altından imha edilmiş veya gizlice toplatılmıştır. Gazetelerde bunların insan yiyeceği olarak kullanılmalarının sakıncalı olduğunu gösteren haberler çıkmaktadır. Bu olay, Türkiye’ye gönderilen süt tozlarının kalitesi hakkında bir fikir verebilmektedir.

Masum Türk yavrularını zehirleyen bunlardan farksız süt tozları için bir devrede bazı bilim adamları, bunların yenebileceğine dair rapor düzenlerken gözlerini bile kırpmadılar.

Bunlardan bazıları geri ülkelerde çok rastlanan şartlandırılmış ve gerçeği söyleme niteliğini yitirmiş bilim adamlarıydı. Korku toplumların da, bu nitelikte bilim adamları bulundurabilmek için üniversitelerin ve tüm bilim kuruluşlarının şartlandırılması zorunlu hâle geliyor.

Kapıyı kapatınca bacadan girerek bildiğini gerçekleştirmeye çalışan emperyalist geri ülkenin yöneticileri ile bilim adamları arasından yeni müttefikler bularak, korku toplumuna artıklarını ve bozuk yiyecekleri sokarak masum insanlara yedirmeyi başarıyor, öğrencilerin zehirlenmesi, halkın ve öğrenci kuruluşlarının direnmesi ve haysiyetli bilim adamlarının açıklamalarına rağmen, ülkenin bir yanında Amerikan süttozu ile unları gübre olarak değerlendirilirken, gazetelerde yeni havadisler okuyoruz…” (s. 187-188)

SÜT DAĞITIMI NEREDEN ÇIKTI?

Süt dağıtımı için geçtiğimiz yıl Ankara’da bir toplantı gerçekleştiriliyor. Toplantıya kamu, özel sektör temsilcileri ve ‘Süt Konseyi’ adlı kerameti kendinden menkul ticari yapının başkanı da katılıyor.

Toplantıda sorun çıkınca, programı yöneten genel müdür çocuğunun rahatsızlığını bahane ederek toplantıyı terk ediyor. Süt dağıtımına itiraz eden bazı bürokratlar, dış görevlere gönderilerek uzaklaştırılıyorlar. Projenin yanlışlığı ve rakamların şişirilmesine itiraz eden özel sektör katılımcıları da süreçten el çektiriliyor. Sonra çok başlı süreç başlıyor.

Hepsi Süt Konseyi üyesi olan süt sektörünün tekelleri arasında ülke paylaştırılıyor. Benzer fiyatlarla ihale yapılıyor. Litresi 70 kuruştan alınan sütlerin, 200 ml’si 54 kuruştan yani litresi 2,7 liradan devlete satılıyor. Oysa aynı firmalar halen bir litre sütü 1,5-3 liraya perakende satıyorlar.

Bu hesap işin basit kısmı. İddialar odur ki; bunların en azından bir bölümü süt değil, süt tozundan yapılmış sözde sütler. Denilebilir ki, süt tozu ithalatı yasak, süt tozu nereden gelecek? Merak etmeyin! Patronlar bu işin kılıfını bulmuşlar. Gümrük duvarları hemen her ülkede sadece fakir fukara ya da KOBİ’ler için vardır. Diğerleri için duvarlar kırmızı halıya dönüşüverir.

TÜİK’in verilerine göre; Türkiye 2011 yılında 105.212.176 dolarlık süt ürünleri ithalatı yapmış.

2001-2011 SÜT ÜRÜNLERİ İTHALATI
(milyon dolar)

2011

2010

2009

2008

2007

2006

2005

2004

2003

2002

2001

105.212

128.277

117.049

127.031

110.655

77.967

75.787

68.776

52.343

37.271

21.726

Süt dağıtımındaki sorunlar sırasında valilerin ve bakanların yangından mal kaçırırcasına yaptıkları açıklamalarının, güvensizliği artırdığından şüphe yok.

Oysa onlardan ve hassaten Başbakanımızdan beklenen, tartışmaya, ‘bizim yaptığımız her şey doğrudur’ gibi bir ön yargı yerine, daha sağduyulu bir yaklaşımdı. Oysa her zaman olduğu gibi fatura sessiz yığınlara, masumlara ve çocuklara kesildi.

Bir annenin ekranlara yansıyan “ben doğduğu günden bu yana çocuğuma süt içiriyorum. Bugüne kadar benim içirdiğim sütler neden dokunmadı da sizin verdiğiniz süt dokundu. Benim çocuğumda süt alerjisi yok” çığlığını görmek istemeyen devlet; görmedi, duymadı.

Bir devletin çocuklara besleyici ürünler dağıtmasına itiraz etmek elbette iyi niyetle bağdaşmaz. İtirazların bir bölümü, sadece Ak Parti iktidarını yıpratmak amaçlı olabilir. Öte yandan UHT süt denilen sağlıksız ürün yasal olabilir ama meşru olduğu söylenemez.

Bu konuda görüştüğüm hiçbir aklıselim hoca ve bağımsız kaynak, UHT’nin yararlı olduğunu söylemiyor. UHT’nin yararından söz edenler geçtiğimiz hafta, UHT tekniğinin sahibi “Tetra Pak” firmasının beleş tatiline katılan sözde uzman, mühendis ve akademisyenler. Onlarında bir gün vicdanlarını dinleyeceklerini ümit etmekten başka şimdilik yapacak bir şey yok.

Allah Rasülü s.a.v. bir yiyecek yediğinde “Allah’ım! Bize bunun daha iyisini lütfet” buyururken, süt söz konusu olduğunda, sütün önemini vurgulamak için “Allah’ım! Bize bu nimetin bereketini artır!” buyurduklarını görürüz.

Ancak o süt, bugünkü süt değil. Efendimiz aleyhissalatu vesselam, o sütün ne olduğunu şöyle tavsif ediyor: “Zira o, sütünü her bitkiden otlayarak yapar ve onda şifa vardır

Bugünkü sütlere bakacak olursak;

Bir: Bugünkü inekler her bitkiden yemiyorlar. Onlar mısır, soya gibi GDO’lu bitkiler ile fıtratlarına uygun olmayan kemik, et, kan gibi hayvansal atıkları ile antibiyotik yemeye mahkûm edilmiş biçareler…

İki: Bugünkü hayvanlar süt makinesine çevrilmek için genetiğiyle oynanmış canlılar…

Üç: Bugünün hayvanları özgürlüklerini yitirmiş, her türlü haktan mahrum köleleştirilmiş yaratıklar…

Dört: Bugünün sütü, pastörize ve UHT gibi tehlikeli endüstriyel işlemlerle besin değerleri sıfırlanan kimyasallardır.

OKULLARDA NE DAĞITILMALI?

Okullarda süt dağıtılmasa bile, çocuklara okul kantinlerinden çoğunluğu alerjen ve kanserojen kimyasallardan oluşan UHT edilmiş sözde meyve suları ve sözde sütler zaten satılıyor. Hatta ailelerde bunları çocuklarına içiriyor. Ha devlet üretimine izin verip tüketilmesini sağlamış, ha dağıtmış ne fark eder?

Zaten bilinçli aileler çocuklarına hem ücretsiz dağıtılan, hem de piyasada satılanları zaten içirmezler. Geriye tek sorun; benim vergilerimin sağlıksız ürünlere heba edilmesi, 8 sütçünün cebine aktarılması. Bu sütlerden, süt üreticisi insanların kazanç elde edeceğini düşünen varsa yanılıyor. Kimilerine, Süt Üreticileri Birliği’nin bu projede yer alması garip gelmiş. Onlara, Osman Nuri Koçtürk’ten alıntılanan bölümü bir kez daha okumalarını öneririm.

Ne dağıtmalı meselesine gelince; şayet Başbakanımıza bu konuda bilgi verip ikna edenler samimi olsalardı, kendilerine alternatifler sunarlardı. Sunmadıklarını nereden mi biliyorum? Neredeyse sürecin tüm detaylarına vâkıfımdan ondan.

Oysa çocuklarını düşünen devlet, önce bir grup doğru beslenme öğretmeni yetiştirir, ardından beslenme dersi koyardı. Sonra da zengin fakir ayırımı yapmadan sağlıklı bir nesil yetişmesi için; çocuklara her gün tam buğday unu ile sızma zeytinyağı, zeytin, yumurta, süt, yoğurt çörekotu, tarçın, badem, ceviz, fındık vb besinlerle zenginleştirilmiş çörekler yaptırıp, derste hem bunları anlatır, hem de bunları yedirtirdi.

Bu kadarını yapamıyorsa da fındık, ceviz, badem, hurma, kuru üzüm, kuru incir, mevsimine göre portakal, elma, mandalina, incir, muz gibi meyveleri dağıtırdı.

İlaç firmalarına her yıl 20 milyar dolara yakın ilaç, bir o kadarda tıbbı malzeme parası vermektense, çocuklarınıza bu besinler için birkaç milyar dolar ayırmak çok mu zor yoksa?

Bu soruyu, önyargılarla bezenmiş bakanlara iletmenin yararsız olduğunu biliyorum, ama Sayın Başbakanımız ve Sayın Cumhurbaşkanımız ile halkın yararına muhalefet etmeyi bir türlü beceremeyen muhalefetimize belki birileri iletir. Bizim ailenin çocukları bu sütleri içmiyor. Oyunu bozmak için belki sizler de içmezsiniz.

http://kemalozer.com/sut-dagitimi-nereden-cikti-188h.html

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz