Kolesterol: Modern yüzyılda çarmıha gerilen molekül

0
829

Günümüzde ilaç firmalarını mutlu etmek için, sıklıkla organizma molekülleri suçlanır. Örneğin, bütün insanlarda var olan “kolesterol” adı verilen molekülü mutlaka organizma içinde tek tek öldürmek gereklidir. Kafaları karıştıran ve toplumsal olarak kaçınılmaz bir şizofreniye sürükleyen bu bilinmezlikten kurtulmak isteyen insanlık, tıpkı eski çağlarda olduğu gibi yine Tanrılara kurban verir ve hiç günah işlememiş, saf, temiz, masum bir molekülü, kapitalist Tanrıları mutlu etmek adına çarmıha gerer…

Bültenimizin bu sayısında yine bildik bir konuyu işliyoruz. Yazı Bilim ve Gelecek dergisinin Şubat 2007 sayısından alındı. Yazarı daha önce Kolesteroldeki Kaos ve Kayıp Felsefe Genleri adlı kitapları olan Uzman biyolog Mevlut Durmuş. Bu yazının ayrıntılarını merak eden okuyucularımız, Yazarın Platin Yayınlarından çıkan “Çarmıha gerilen Molekül ve Modern Bilimin Kolesterol Masalları” isimli manifesto niteliğindeki kitabını kaçırmasınlar.


Kolesterol: Modern yüzyılda çarmıha gerilen molekül…

Kolesterol, yağ asitleri ve çeşitli steroidler hakkında ilginç gelişmelerin olduğu sanırım, herkesin dikkatini çekiyordur. Bir televizyon kanalında zeytinyağının faydalarını anlatmaya çalışan bir beslenme uzmanı, zeytinyağının cildi güzelleştirdiğini, özellikle göğüs kanserinde koruyucu özellik taşıdığını, Akdeniz diyetinin nasıl olup da faydalı olabildiğini yorumlamaya başladığında, elinde matematiksel bir denklem olmadığı için bilim anlayışına yakışması oldukça zor, çok ironik bir açıklama yapıyordu: “… zeytinyağı faydalıdır, vücuttaki yağı yakabilmek için de yağlara ihtiyaç vardır”. Sık rastladığımız, daha doğrusu kaçamadığımız çoğu reklam ise özellikle bitkisel steroidleri ön plana çıkarmayı hedefliyor: “…bitkisel steroidler kanınızdaki kolesterolü … oranında düşürür her gün almayı unutmayın! Çalışmalarımız… Kalp Vakfı tarafından desteklenmektedir”.

Elbette olabilir ama, bu olay nasıl, hangi bilimsel ve matematiksel temeller üzerinde gerçekleşiyor? Lipidler hakkında çoğu insanın bilmediği şaşırtıcı bir gerçek vardır; biyokimyasal açıdan bakıldığında gerek yağ asitleri gerekse steroidler insan organizmasındaki yağlar (lipit) grubunda yer alır. Olaya dışarıdan bakıldığında oldukça şaşırtıcı görünür: Yani bir grup lipit, diğer farklı bir grubun kandaki yüksekliği üzerinde etkilidir! Bitkisel steroidler kandaki kolesterol düzeyini, omega 3 gibi çeşitli yağ asitleri ise hem kandaki trigliserit düzeyi, hem de kolesterol düzeyini azaltmak için kullanılır.

Fakat çoğu uzman ve doktor, hastalarına ne bitkisel steroidleri ne de çeşitli yağ asitlerini tedavi amaçlı önerir. Oysa fındık (1), fıstık, ceviz (2) gibi birçok bitkinin sahip olduğu çeşitli yağ içerikleri ve bitkisel steroidler (3) (tek parametrede) kan kolesterol ve trigliserit düzeyi üzerinde inanılmaz bir şekilde etkilidir, üstelik genetik kökenli olarak nitelendirilen lipit ve genetik kolesterol yükseklikleri hastalıklarında (örnek: ailevi hiperkolesterolemi) bile…

Aslında gerçek bilimsel sorun da burada başlar: Genetik olduğu iddia edilen bir hastalığın, dış faktörlerle, örneğin zeytinyağıyla düzeltilmesi nesnel bir gerçek (4) olmasına rağmen, tek parametrede kan trigliserit ve kolesterol düzeylerinin azalması yönünde ortaya çıkan durumun bilimsel, matematiksel bir açıklaması mutlaka olmalıydı. İnsanlığın tarihsel gelişim aşamalarında “psikolojik korku” faktörlerinin ortaya çıkarmış olduğu anlamsız ve inanılmaz saplantılar, bilim dünyasındaki çoğu araştırmacının dikkatini çekmez, sürekli gözden kaçar. Oysa insanlık ve bilim tarihinin öğrenilmesi ve öğretilmesindeki temel amaç, geçmişte yapılan hataları tekrarlamamaktır.Geçmişte yapılan bilimsel hataları tekrarlıyor ve bilim tarihi bildiğinizi iddia ediyorsanız, gerçek anlamda “tarihten hiçbir şey öğrenmemişsiniz” demektir.

Yüksek kolesterol korkusu

Çok eski çağlarda Aztek, Maya ve daha önceki değişik kültürlerde, insanlar akıl yoluyla çözemedikleri, anlaşılamayan çeşitli doğa olaylarıyla karşılaştıkları için, yaşanılan bütün doğaüstü olayları, insanlara karşı Tanrıların bir cezası olarak değerlendirmiş ve “Tanrılara insan kurban etme” düşüncesini toplumsal bir paranoya şeklinde ortaya koymuştu. Üstelik kurban edilen insanlar her yönüyle gerçekten masum olmalıydı, çünkü Tanrılar günahkâr “kurbanlar” istemiyordu. Tanrıları mutlu etmek için “günahsız” insanlar kurban edilmeliydi. Aslına bakacak olursanız, düşünebilen insanlarda var olan “ölüm korkusu”nun günümüzde bazı bilim alanlarındaki kullanımı da, geçmişte olduğundan çok farklı sayılmaz. Modern yüzyılda da sağlıkla ilgili olarak sürekli kullanılan korkularımızın başında “yüksek kolesterol korkusu” geliyor.

Kolesterolü kimler suçluyor?

Birçok araştırmacı ve akademisyen, kolesterol molekülünün ısrarla suçlu olduğunu, söz konusu molekülün kandaki yüksekliğinin birçok hastalıkla ilgili olduğunu sayılamayacak kadar çok bilimsel yayınla iddia ederken, yine tıp mesleğinin içinden gelmiş Ghislaine Saint-Pierre Lanctot gibi doktorlar da modern tıbbın ilaç şirketleri ve kapitalizm eliyle mafyalaştığını iddia ediyorlar ve bunu The Medical Mafia (Tıp Mafyası) adlı kitapta dile getiriyorlar. Yine Uffe Ravnskov da modern tıbbın kolesterol konusundaki anlaşılması zor tutumunun bilimsel düşüncelere değil, deney ve gözleme dayanmayan saçma bulgulara dayandığını ve insanların zorla inandırıldığı sahte mitler-yanlış inançlar topluluğu olduğunu söylüyor The Cholesterol Myths (Kolesterol Mitleri) adlı kitabında. Doktor Matthias Rath, insanların neden kalp krizi geçirdiğini ve hayvanların doğal ortamlarında neden kalp krizi geçirmediğini sorguladığı Why Animals Don’t Get Heart Attacks but People Do (Neden hayvanlar kalp krizi geçirmez, insanlar geçirir) kitabında, modern tıp dünyasının ilaç şirketleri eliyle yozlaştığını iddia ediyor ve ilaç şirketleri ne durmadan çeşitli davalar açıyor.

Shane Ellison’un Hidden Truth About Cholesterol-Lowering Drugs (Kolesterol düşürücü ilaçlar hakkında saklanan gerçekler) ve Duane Graveline’in Lipitor: Thief of Memory, Statin Drugs and the Misguided War on Cholesterol (Lipitor: Hafıza hırsızı statin ilaçları ve kolesterol üzerinde adil olmayan -kirli- savaş) adlı kitaplarında, yüksek kolesterol korkusu körüklenerek insanların kandırıldığı söyleniyor. Böyle bir bilim anlayışını eleştiren Anthony Colpo’nun yazdığı The Great Cholesterol Con (Büyük Kolesterol Hilesi-Kandırmacası) ve The Junk Science Self- Defense Manual (Satılık, kötü, döküntü bilimden korunma kılavuzu) gibi isimlerini saymakta zorlanacağımız, benzeri birçok kitap İngilizce olarak piyasada ve günümüzde birçok kitapçıda satılıyor. Bilimsel olarak bize ısrarla dayatılan, kolesterol molekülünün suçlu olduğunu iddia eden düşünceler, hangi bilimsel verilere dayanıyor? Söz konusu toplumsallaştırılmış (fobi) korkularımızın gerçek nedeni nedir? Kolesterol molekülü hakkında son derece olumsuz düşünceler geliştirmemizi, yoğun bir “beyin yıkama” kampanyasına ve bilimsel anlamda teori ve kanun arasındaki farkın bilinmemesine bağlıyor

Prof. Dr. Uffe Ravnskof (5) Kolesterol Mitleri adlı kitabında. Her şeyden önce kolesterol hakkında olumsuz düşüncelere sahip araştırmacı ve insanlar, kolesterol hakkındaki var olan görüşlerin bilimsel bir kanun değil, sadece bir teori olduğunu dahi bilmiyorlar. Peki birçok araştırmacı tarafından savunulan kolesterol teorisi ispat edilebildi mi; kanda kolesterol yüksekliğinin hastalıklarla ilişkisi bilimsel bir kanun haline geldi mi? Elbette hayır! Matematiksel temellerden yoksun bir şekilde savunulan teorinin tam tersini gösteren araştırmaları bulmak çok daha kolay…

Düşük kolesterol düzeylerinde ölümler

Tek parametrede kolesterol miktarı, kanda düşük ya da normal olduğunda, insanlar kalp krizi, damar sertliği (ateroskleroz) dahil, birçok hastalıktan uzak kaldığına bir şekilde inandırılmış ve kolesterol miktarı azalınca daha fazla yaşayacağı inancı geliştirilmek istenmiştir. Fakat “ölümler ve kolesterol düzeyleri” üzerinde yapılan çalışmalarda, savunulan düşüncelerin tam tersi sonuçlar (6) ortaya çıkmasına rağmen nedense halka bu bilgiler verilmez. 30 yıl süren ünlü Framingam araştırmasında 753 hastada düşük kolesterol düzeylerinde artan ölüm oranları ortaya çıktı. Forette ve arkadaşlarının 92 hastadaki çalışmasında en az ve oldukça düşük rastlanılan ölüm oranı, şaşırtıcı bir şekilde total kolesterol düzeyleri yüksek olan hastalarda ortaya çıktı. Araştırmacılar bu bulguların tam tersini bekliyorlardı. Siegel ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada 551 hastada yüksek kolesterol-ölüm ilişkisi çok arzu edilmesine rağmen başarısızlıkla sonuçlandı ve hiçbir zaman gösterilemedi (7). Bu kadar da değil; Yale Üniversitesi, Kardiyoloji Bölümü’nden Dr. Harlan Krumholz (8) düşük kolesterol düzeylerine sahip, yaşlı (!) insanların, yüksek kolesterol düzeylerindeki insanlara oranla iki kat fazla kalp krizi geçirdiğini ve düşük kolesterol düzeyine sahip insanların daha erken öldüğünü bildirdi.

Ölüm oranları ve kolesterol düzeyleri arasındaki en son araştırmalardan biri de çok yakın bir zamanda Graziano Onder (9) ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. Araştırmacılar, 65 ve 81 yaşlarındaki 6894 hastayı, ölçtükleri kolesterol düzeylerine göre çeşitli gruplara ayırmışlar ve toplam 5 yıl boyunca bu insanları ve kolesterol düzeylerini sürekli izlemişler. Sonuç, önceki araştırmalardan çok farklı değil. Yapılan araştırmada tek parametrede (Sadece hastalıklarla yoğun bir şekilde ilişkilendirilen kolesterol ve lipit düzeyleri dikkate alınmıştır) kolesterol düzeyi 160 mg/dL’nin altında olan hastaların yüzde 5,2’sinde ölüm olayı görülmüştür.

Kolesterol düzeyine göre ölüm olayının en az olduğu grubu sanırım az da olsa okuyucu olarak sizler de merak ediyorsunuzdur. Kolesterol düzeyi 240 mg/dL ve üzerinde olan bireylerde, yüzde 1,7’lik düzeyde en düşük ölüm oranı görülmüş! Sanırım bu konuyu atlayan ve bilmeyen uzmanların, araştırmacıların ve doktorların bazıları “indeks medicus”un başına çoktan oturmuş olmalılar. Açık bir deyimle: kolesterol düzeyi yüksek olan yaşlı insanlar daha uzun, kolesterol düzeyi düşük olanlar ise anlaşılmaz bir şekilde daha kısa ve erken ölüyor! Şimdi bu araştırmayı bile bile yaşlı annenize ya da babanıza, kolesterol düşürücü (statin) ilaç vermek ister misiniz?

Kolesterol, kanser türleri ve statinler arasındaki paradoks

Kanser ve statinlerle ilgili (HMG Co-A redüktaz inhibitörleri) çalışmaların yapılıyor (10) olması bile, sağlıklı, kanser olmayan insanlarda neden bu ilaçların kullanılmaması gerektiğini dolaylı olarak bizlere gösterir. Almanya’daki Bayer Firması, üretmiş olduğu statin türevi kolesterol düşürücüyü, ilacı kullanan insanlarda artan ölüm olayları nedeniyle piyasadan çekmişti. Aslında bu durum bütün statin temelli ilaçlar için geçerlidir, rakip ilaç firmalarının ve bazı araştırmacıların iddiası oldukça dikkat çekici ve tıp açısından düşündürücüdür: “Bizim fabrikamızda ürettiğimiz ilacımız, diğer statinlere göre daha az zarar verir (11), daha az öldürür!…”. Statinlerin hücre öldürücü özelliğini aslında bütün uzman ve doktorlar çok iyi bilirler; hücre zarını oluşturan yağların en az yüzde 20’sinde kolesterol molekülleri olmak zorundadır. Fakat söz konusu kandaki kolesterol düzeyini düşüren (statinler) ilaçların en önemli yan etkilerinden biri, hücreleri öldürmesi nedeniyle, kandaki bazı enzimlerin (ALT, AST, CK, vb.) yükselmesi olarak gösterilir ve bu enzimlerin kanda yüksekliği, hücre ölümlerinin arttığını gösteren en güzel örneklerden biridir.

İşte bu nedenle gerekli koşullar sağlandığı takdirde, yani statinlerin bütün hücre, doku ve organlara eşit dağılım mekanizmasıyla değil, statin temelli ilaçların sadece ve sadece kanserli hücreleri hedef alabileceği durumlarda, kolesterol düşürücü olarak kullanılan ilaçlar (statinler) gerçekten bazı kanser türlerinde faydalı ve olumlu sonuçlar doğurabilir. Tıpkı radyoterapilerde olduğu gibi; radyoaktif temelli ışınlar sağlıklı bir insan için son derece kanserojen (kanser yapıcı) olmasına karşın, aynı ışınlar kanserli hedef doku ve organlarda hayat kurtarıcı olabilir. Bununla birlikte kanser hastası olmayan, statin türevi ilaçları sadece kolesterolünü düşürmek amacıyla kullanan insanlar, önemli bir sorunun yanıtını mutlaka bulmak zorundadırlar: “Statinler hangi mekanizma yoluyla kanserli (sürekli bölünen) hücreler üzerinde etkili olabiliyor?”. İşte şeytanın gör dediği bilimsel kör nokta burada bulunmaktadır.

Bir an bazı kanser (12) türleri için statinlerin kanserli hücre, doku ve organlar üzerinde gerçekten de etkili olduğu kabul edilecek olursa, mutlaka “nasıl etkili” sorusu sorulacaktır. Sadece tek parametrede kolesterol düzeyini düşürmek isteyen hiçbir araştırmacı “siz bu statinleri kullanın, bu ilaçlar kolesterol düzeyinizi düşüreceği gibi, aynı zamanda sizi, kolon kanseri, prostat kanseri, akciğer kanseri, göğüs kanseri gibi bazı kanser türlerinden de koruyacak” şeklinde bir açıklama oldukça geçersiz ve son derece mantıksız bir iddia olacaktır. Çünkü düşük kolesterol (13) veya düşürülmüş kolesterol düzeylerinde (14) kanser dahil birçok hastalıkla ilişkili ölümler de son derece anlamlılık gösterebilir ve düşük kolesterol düzeylerinde sanıldığının tam tersine kanser vakalarında artış olduğu (15) çok çeşitli araştırmacılar tarafından ortaya atılmıştır.

İyi kolesterol, kötü kolesterol masalı

Kolesterol ve diğer lipitlerin kan yoluyla taşınması için proteinlerle yapmış oldukları değişik bileşimlere “lipoprotein” adı verilir ve lipoproteinlerin değişik grupları ve grupların da alt grupları vardır. Yani hiçbir aklı başında araştırmacı, kanda, damarlarımızda tek başına dolaşma yeteneğine sahip, lipoproteinlerden bağımsız olan tek bir kolesterol molekülü gösterme yeteneğine sahip değildir. Çünkü kolesterol ve lipitler, damarlarımızda dolaşan kanda partiküller üzerinde vardır. Şu an total kolesterol veya trigliserit adıyla laboratuvarlarda ölçümü yapılan lipitlere ait parametreler, sahip olduğunuz farklı lipoproteinlere ait partiküllerin tümü üzerinde bulunan kolesterol ve trigliserit miktarlarını belirlemektedir.

Kolesterolün moleküler ve kimyasal yapısı bir tane olmasına ve lipoprotein adlı partiküllerin yapısında, bir bileşen olarak var olmasına karşın sadece kolesterolün suçlu görülmesi, gösterilmesi ilginç bir paradoks ve büyük bir mantıksal zorlama içerir. Çünkü herhangi bir bileşeni, bulunduğu ortamda tüm elemanlarıyla birlikte değerlendirmeniz gerekir. Çok farklı bileşenleri olan, değişik tipteki partiküllerin (HDL, LDL vs.) yapısında bulunan bileşenlerin, tek bir bileşeni olan kolesterol molekülü üzerinde değerlendirme yapamazsınız.

Bu durumu en iyi açıklayabilecek örnek, su molekülünü oluşturan atomlardır. Suyu oluşturan atomları birbirinden ayırıp değerlendirecek olursanız, artık su molekülünden değil, hidrojen ve oksijen atomlarından söz ediyorsunuz demektir. Suyun içinde bulunan, suyu oluşturan “hidrojen atomları yararlıdır veya zararlıdır” şeklindeki bir önerme, kuruluş itibarıyla zaten bilimsel bir önerme olamaz; çünkü sözü edilen su değil, su molekülünden çok farklı özellikteki atomlardır. Matematiksel birleşim oranlarını belirterek ancak böyle bir kanıya teorik olarak ulaşmanız ve yaklaşmanız mümkündür. İki hidrojen ve bir oksijenden oluşan madde (su) yararlıdır fakat iki hidrojen ve iki oksijenden oluşan madde (hidrojen peroksit) zararlıdır.

Matematiksel dengeleri ve dengelerin bozulmasını anlatan en güzel örneklerden biri de şeker hastalığında (diabet) göze çarpar. Çünkü kandaki şekerin hücreler tarafından kullanımında sadece şeker değil, insülin adı verilen hormon da son derece önemlidir. Örneğin, normal bir durumda kan şekeri 70 birim, insülin düzeyi de 70 birim ise bunun oranı 1 olacaktır (70/70=1). Fakat kan şekeriniz yükseldiğinde 140 birim olduğunda insülin düzeyi sabit kalsa da (140/70=2) şeker/insülin oranı 2 olacak, dolayısıyla normal duruma göre kan şekeri/insülin oranı bozulacaktır. İşte çok yüksek şeker hastalarının tedavisinde insülin verilmek istenmesinin temel mantığı burada yatar.

Hastaya insülin verilerek şeker/insülin oranı dengelendiğinde, şeker moleküllerinin hücrelerce kullanımı sağlanmış olur ve şeker de kanda otomatik olarak düşer. Şeker çok fazla düştüğü zaman da aynı mantık geçerlidir; insülin göreceli olarak yüksek kalmıştır ve biraz şekerli su verilir! İnsülin ve şeker düzeyi, görünmeyen bir alanda, çoğu zaman birlikte matematiksel dengeler içinde çalışırlar. Söz konusu moleküller, farklı alanda çalışsalar da aynı sistem içinde bir bütündür; insülin ve glikoz (şeker) düzeyleri birbirinden ayırılamaz! Kolesterol konusundaki determinist (indirgemeci) bilim anlayışı, aynı hatayı yapmakta, sadece partiküller üzerindeki farklı bileşenlerin, yine sadece kolesterol kısımlarını değerlendirmekte ve bu nedenle bazen kolesterolü suçlu bazen de suçsuz görmektedir. Fakat kolesterolü suçlu bulan araştırmacıların sayısı ve sesi daha fazla duyulduğu için insanlar üzerinde etkili görüş haline gelmişlerdir. Yüksekliği iyi olarak bilinen ve sürekli vurgulanan HDL kolesterolün de (iyi kolesterol) kalp hastalıklarıyla (16) ilişkili olduğu gözden kaçar veya kaçırılır, çoğu zaman sorgulanması engellenir. Hem iyi (HDL) kolesterol hem de kötü (LDL) olarak tanımlanan kolesterol düzeylerinin tek parametredeki yüksekliği, gerçekten çeşitli hastalıklar için risk oluşturuyorsa (17), sadece partiküller üzerinde bulunan kolesterol molekülünü tek parametrede iyi ya da kötü olarak adlandırmak da son derece tutarsız bir yaklaşım olacaktır.

Sanıldığının tam tersine organizmada sadece karaciğer kolesterol üretmez, karaciğer dışındaki bütün hücreler teorik olarak aynı moleküler yapıdaki kolesterol üretimini gerçekleştirir. Gözlerden kaçan, kolesterol molekülünün, organizmanın temel steroid molekülü olduğudur. Hücrede kolesterol yoksa, ihtiyacımız olan hiçbir steroid yapılamaz. Organizma steroidlerinin (bu konuda birçok steroid olmakla beraber, en dikkat çeken cinsel hormonlardır ve kolesterolden yapılırlar) tümünün oluşturulması sırasında, kolesterol molekülü mutlaka öncül madde olarak istenir (18). Erkek ve dişilere ait hormonların yapılması için, öncül madde olarak kolesterolünüz yoksa veya var olduğu halde bazı nedenlerle kolesterolünüz kullanılamıyorsa artık yaşlanıyorsunuz demektir. Çünkü yaşlandıkça kural olarak organizmadaki steroidleriniz mutlaka azalacaktır (steroidopenia).

Kan kolesterolünün tanımlanması için kullanılan iyi (HDL-k) ve kötü (LDL-k) deyimleri, kolesterole ait molekülsel farklardan değil, kolesterolü taşıyan farklı taşıyıcı proteinlerden kaynaklanır. İyi olarak tanımlanan taşıyıcı proteinlere ait lipoprotein, HDL olarak bilinir ve yapısında apo A1 vardır. Kötü olarak bilinen lipoprotein, LDL olarak bilinir, yapısında apo B-100 adlı taşıyıcı bir protein bulunur. Temel olarak karaciğerin sentezlemiş olduğu kolesterol molekülü ile (LDL, yani kötü kolesterol) ve karaciğer dışı organların sentezlemiş olduğu kolesterol molekülü (HDL, yani iyi kolesterol) arasında kimyasal olarak, yağ asitleriyle yapılan çeşitli birleşimler dışında, hiçbir fark olmadığını söylemeye gerek var mı bilmiyorum.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz