Genetik Modifiye Organizmaların Taşıdıkları Riskler

0
803

Günümüzde 6,3 milyarı aştığı belirlenen Dünya nüfusunun beslenebilmesi için, kıt kaynakların kullanılarak yeterli tarımsal üretim yapmada tek çözüm olarak “Tarımsal Biyoteknoloji” görülmektedir. Ancak bu alanda, çevremize ve gelecek nesillere etkileri olabilecek risklerin minimuma indirilmesi ve bunun için gerekli önlemlerin alınması göz ardı edilmemelidir.

Genetik modifiye ürünler konusundaki bilimsel ve mevzuat bazındaki eksiklik ve belirsizliklerin, ticari amaçları değil de, bilimsel ve insani amaçları ön plana çıkaran çalışmaların arttırılması ile sağlıklı bir çözüme kavuşturulacağı açıktır. Bu ürünlerin etiketlenmesiyle ilgili sorunlara çözüm getirilip, tüketicilerin güvenini arttıracak düzenlemelere öncelik verilmesi, dünyada acilen çözülmesi gereken bir konu olarak görülmektedir.

İzmir İl Çevre ve Orman Müdürlüğü’nden Biyolog Devrim SARIKAYA tarafından kaleme alınan bu yazı www.vejetaryen.net sitesinde yayınlanmış.

GENETİK MODİFİYE ORGANİZMALARIN TAŞIDIKLARI RİSKLER

Transgenik ürünler tüm yararlarına rağmen bazı riskler taşımaktadırlar. Bu ürünler, doğada yetişen diğer ürünlerden farklı olarak kendi türlerine ait olmayan genleri taşıdıklarından beraberinde bazı önemli tereddütleri de getirmektedirler. Bu tereddütler ancak yoğun bilimsel araştırmaların yanı sıra uygulama sonuçlarının görülmesi ile zaman içinde giderilecektir.

Transgenik ürünlerin üzerinde risk oluşturma ihtimali bulunan başlıca alanlar; insan ve hayvan sağlığı, biyolojik çeşitlilik, çevre ve sosyo-ekonomik yapıdır.

Uygulanmakta olan mevcut biyoteknolojik yöntemlerle bitkisel ürünlere aktarılan genler bitki, bakteri ve virüs kaynaklıdır. Gen aktarımı veya değişikliğe uğratılması sırasında işaretleyici olarak antibiyotik dayanıklılık genleri kullanılmaktadır.

Gen aktarımı ile birlikte diğer organizmalardan hastalık ve alerji yapacak özelliklerin taşınma olasılığı, transgenik ürünlerin birincil ve ikincil metabolik ürünleri içinde beklenmeyen biyokimyasal ürünlerin bulunması riskini ortaya çıkarmaktadır.
Ayrıca, antibiyotik dayanıklılık genlerinin insan ya da hayvan bünyesine geçmesi nedeniyle dayanıklılık oluşması, transfer edilen genlerin insan bünyesindeki bakterilerle birleşme olasılığı, virüs kaynaklı genlerin dayanıklılık genini diğer virüslere transfer etme olasılığı da insan ve hayvan sağlığı için oluşabilecek risklerle ilgili diğer kaynaklardır.

Canlılara aktarılan yeni özellikler bu canlıların, özellikle bitkilerin, salıverildikleri çevrede bitki sosyolojisinin bozulmasına, doğal türlerde genetik çeşitliliğin kaybına, ekosistemdeki tür dağılımının ve dengenin bozularak genetik kaynakları oluşturan yabani türlerin doğal değişimlerinde sapmalara sebep olabilecektir.

Transgenik ürünlerden olabilecek bir gen kaçışı yabani türlerin de aynı özelliğe sahip olmalarına neden olabilir. Bu durumda doğal değişim ve dolayısıyla gen kaynakları geri dönülmesi zor bir tahribatla karşı karşıya kalacaktır. Eğer yabani otlara dayanıklılık geni, transgenik bitkinin yabani türlerine geçer ise, bu türlerle yapılacak mücadelenin zorluğu açıktır. Böyle bir durumda mevcut gen kaynağının tamamen kaybedilmesi dahi söz konusudur.

Ayrıca, yabancı ot ilaçlarına dayanıklı hale getirilmiş transgenik çeşitlerin üretildiği alanlarda bir yıl sonra gelişebilecek kendi gelen bitkiler, o yılki diğer bir ürün için yabancı ot durumunda olup, herbisitlerle mücadeleleri de güç olabilecektir.

Aktarılan yeni özelliklerden veya kullanılan teknolojide taşıyıcı olan veya değiştirilerek çevreye bırakılan mikroorganizmaların toprak mikroorganizma yapısına etkileri konusunda da endişeler vardır. Eğer geliştirilen mikroorganizmalar ortama hakim olurlarsa, doğal ortam bozulacaktır. Çevreye ve biyoçeşitliliğe, olabilecek bir diğer etki de, tek yönlü kimyasal uygulanmasından kaynaklanacak olan tek yönlü evrimin teşvik edilmesidir. Böylece ortamda, tek yönlü bir flora ve fauna oluşumu, dolayısıyla, çevrede bir dengesizlik meydana gelecektir.

Ayrıca, virüslerden alınan genlerin dayanıklılık özelliğini diğer virüslere transfer etmesi durumunda virüs popülasyonlarında istenmediği halde dayanıklılık oluşacağından çevre için ayrıca bir risk oluşturmaktadır. Zararlılara dayanıklı transgenik çeşitlerin, doğada hedef olmayan diğer faydalı ve zararlı canlılara etkileri de ihtimal dahilindedir.

Bitki çeşitlerinin teknoloji ürünü çeşitler haline gelmesi geleneksel çiftçilikte ve yerel türlerin kullanımında olumsuz etkilere neden olacağı gibi, tarımda dışa bağımlılık sonucunu da doğuracaktır.

Çünkü, transgenik ürünler gelişmiş ülkelerde ve özel sektör tarafından kar amacıyla üretilmektedir. Bu ürünler için her yıl tohum yenilenmesi gerekmektedir. Ancak, transgenik ürünlerin tohumları transgenik olmayanlara göre daha pahalıdır. Yüksek fiyat nedeniyle tohumluk alımını uzun süre devam ettiremeyecek olan küçük çiftçiler bu durumdan zarar göreceklerdir. Ayrıca, transgenik bitkilerin üretimi ile tarımsal üretim sistemlerinde de değişiklikler olabilecektir. Transgenik ürünlerin tüketiciler tarafından tercihi ve halkın kabulü de olayın bir diğer sosyo-ekonomik boyutudur.

YASAL DÜZENLEMELER…
DÜNYADA DURUM

Dünyada Genetik Modifiye Gıdalar (GMG) ile ilgili tartışmalar halen devam etmekte olup, Avrupa’da ve özellikle İngiltere’de bu ürünlere karşı tüketicilerin büyük tepkisi vardır. Buna neden olarak, son yıllarda “deli dana” gibi vakaların ortaya çıkması sonucu tüketicilerin denetim sistemlerine güvenlerinin kalmaması gösterilmektedir.

AB, bu tür ürünlerle ilgili ortak bir düzenleme getirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin de dahil olduğu 130 ülke 24 Mayıs 2000’de “Birleşmiş Milletler Biyogüvenlik Protokolü”nü imzalamışlardır. Bu protokolün amacı, biyoteknolojinin dünyanın doğal kaynaklarına verebileceği zararı en aza indirmek ve yaşayan modifiye organizmaları içeren ürünlerin ticaretini düzenlemektir. Bu protokol gereğince; biyomühendislik çalışmaları sonucu üretilmiş ürünlerin uluslararası ticaretinde, bu ürünlerin canlı modifiye organizmaları içerebileceklerine ilişkin bir belgeyi taşımaları gerekmektedir.

AB’nin genetik yapısı değiştirilmiş organizmaların çevreye salımı konusunda 23 Nisan 1990 tarih ve 90/220/EEC kodlu direktifi, GMO’ların ticaretinde ve doğaya salımında kurallar belirlemektedir. AB’nin genetik yapısı değiştirilmiş mikroorganizmaların kapalı kullanımı konusunda da 23 Nisan 1990 tarih ve 90/219/EEC kodlu bir direktifi bulunmaktadır. Bu direktifin amacı çevre ve insan sağlığının kapalı kullanıma tabii modifiye mikroorganizmalardan kaynaklanabilecek risklere karşı korunmasıdır.

AB’nin GMO’ları içeren bir diğer direktifi Yeni Gıdalar ve İçerikleri konusundaki 27 Ocak 1997 tarih ve 97/258/EEC kodlu direktifidir. Bu direktif diğerlerinin yanı sıra GMO’lardan üretilmiş veya GMO içeren gıdaların insan sağlığı için tehlike oluşturmamasını garanti altına almayı amaçlar. Bu amaçla yeni gıdalar pazara sürülmeden önce AB’nin değerlendirmesine alınır.

GMO ihracatçısı ülkeler (ABD, Kanada ve Avustralya) Şili, Uruguay ve Arjantin’in de desteğini alarak GMO’ların serbest ticaretinden yana politika benimsemişlerdir. ABD’de genetik olarak modifiye edilmiş ürünler Gıda ve İlaç Dairesi (Food and Drug Administration-FDA), Çevre Koruma Dairesi (Environmental Protection Agency-EPA) ve ABD Tarım Bakanlığı Hayvan ve Bitki Sağlık Denetim Servisi olmak üzere üç resmi kurumun denetimindedir. ABD’de GMG’lerin etiketlenmesi ile ilgili bir zorunluluk yoktur, ancak eğer ürünün besin değerinde bir değişiklik varsa, sağlıkla ilgili bir uyarı gerektiriyorsa etiketlenmesi gerekmektedir.

ABD’de GMG’lerin etiketlenmesine sıcak bakılmamaktadır. Çünkü bu durum genetik modifiye ürünlerin ayrı üretilip işlenmesini gerektirmekte, bu da ekonomik yük getirmektedir. AB ülkelerinde ise genetik modifiye ürünlerin etiketlenmesi zorunludur, ancak %1’den az genetik modifiye ürün içeren gıdaların etiketlenmesi zorunlu değildir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz