Tıp Bu Değil 2

0
1877

İlk Tıp Bu Değil kitabı Türkiye’de sağlığa ve tıbba bakış açısını değiştirdi. Geçenlerde piyasaya çıkan ve editörlüğünü Prof. Dr. İlknur Arslanoğlu’nun yaptığı bu ikinci kitaptan (İthaki Yayınları) sonra da artık hiç kimse insan için, toplum sağlığı için apaçık zararlı anlayışlarını, politikalarını eskisi gibi rahat savunamayacak. Çok önemli bir konu diyoruz; konu insan hayatıdır, ötesi var mı? Bu kitaba kimse ilgisiz kalamadı, kalamayacak. İnsana hizmet mi, toplum yararı mı diyorlar; aynı zamanda her kanattan tüm görüşler için bir samimiyet testi Tıp Bu Değil çalışması… Bültenimizin bu sayısını Haber Türk Cumartesi’den Kürşat Oğuz’un kitapla ilgili tanıtım yazısına ayırdık.

Tıp Bu Değil 2

“Tıp Bu Değil” yaklaşık 6 ay önce bu sayfalarda haberini okuduğunuz; öyle bir amaçla yola çıkılmasa da kısa sürede bir akıma dönüşen; söyleşiler, televizyon programları paneller ve resmi görüşmelerle fenomen haline gelen kitaptı. Bu hafta raflarda devamını göreceksiniz: Tıp Bu Değil – 2.

Çocuk Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. İlknur Arslanoğlu’nun editörlüğünde yürüyen Tıp Bu Değil – 2 adlı çalışma, modern tıbbın karanlık yüzünü çarpıcı rakamlarla göstermeye devam ediyor. Ancak bu kez, felsefeciler, hemşireler, tıp öğrencileri gibi sektörün farklı bileşenleri de devreye giriyor ve bize sorunu daha derli toplu biçimde görme fırsatı sunuyorlar. Kitapta 34 yazar var ve tüm yazılar dikkate alındığında iki şey söylemek mümkün:

1- Yazılar yoğunlukla sol dünya görüşünden bize sesleniyor.
2- Sağlığın bir ilaç hasta- doktor değil, bütüncül bir hayat meselesi olduğunu, sorunun birey değil toplumla başladığını söylüyorlar.

Her şeyin başı sağlık diyorsak, Tıp Bu Değil-1 ve Tıp Bu Değil-2’nin 2012 ve 2013’ün en değerli çalışmaları olduğunu söyleyebilirim. Kitaptaki bir makaleyi de ayrı bir yere koymak isterim: Psikiyatr Dr. Mutluhan İzmir’in “Tavuklar Neden Depresyondalar” başlıklı yazısı… Şimdi editör Arslanoğlu’na kulak verelim ve kitaptaki çarpıcı tespitlerden bölümler sunalım.

‘RECEP AKDAĞ ARADI, GÖRÜŞTÜK’ 

İlk kitabın ardından meslektaşlarınızdan nasıl tepkiler aldınız? Kızan oldu mu?

Hiç olumsuz tepki almadığımız gibi, birçok da olumlu tepki aldık. Birçok meslektaşımızdan ilgili oldukları kurumlar adına konuşma ve toplantı davetleri geldi. Olumsuz tepki olarak sadece tepkisizliği dile getirebiliriz. Buna bir örnek kendi meslek odamızdı.

İlaç şirketlerinden, teşhis ve tanı merkezlerinden veya hükümetten tepki geldi mi?

Sermaye cephesinden şimdilik tepki almadık. Adını vermeyeyim, bitkisel tedavi ile ilgili bir firmadan övgü aldık; ama bizi kullanmak ve reklamlarına alet etmek gibi değil, tersine entelektüel ve etik yönden çok düzeyli bir destek mesajıydı. Kitabın çıkışından yaklaşık 1 ay sonra dönemin Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ bizzat telefonla arayarak kitabı okuduğunu, özellikle bazı yazıları “Çok dolu, önemli” bulduğunu iletti. “Karşılıklı görüşebiliriz” dedi. Bunun üzerine Kızılcahamam’daki görüşmemiz gerçekleşti.

Bugün, Türkiye’de sağlık alanında asıl önemli sorunun ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Mücadele edilmesi en zor olanı günümüz insanına yapışmış olan aşırı tıp tüketicisi tutum. Bunu aşmak sandığımızdan çok daha zor.

‘BESLENMEDE EN BÜYÜK FECAAT ŞEKER’

Başbakan Erdoğan’ın içki, sigara, sezaryen, obezite gibi konulardan sonra en son beyaz ekmekle ilgili çıkışı oldu…
İçerik yönünden “çok çocuk yapın” önermesi hariç doğru önermeler. Aslında despot algısı yaratmakla birlikte bir başbakan ağzından duyulup da doğru ekmeği yemek, sigarayı bırakmak, spor yapmak gibi tutumlar geliştirme yönünde etkili oluyorsa, basit bir refleksle karşı çıkmak istemem. Tabii yasakçılık ve gözdağı verme boyutuna gelirse çok yanlış olur. Sayın Akdağ ile görüşmemizde de uygun gördüğümüz zaman alkol aldığımızı ve bunun yasaklanmasını istemediğimizi söyledik. Daha zararlı olan, hedef kitlesi sıfır yaştan başlayan şekerin önlenmesi. Beslenmedeki en büyük fecaat aslında şeker.

Siyasi ve mesleki muhalefet; Sağlık Bakanlığı veya hükümetin sağlık konusundaki uygulamalarına “sağlıklı” yaklaşıyor mu?
Eğriye eğri, doğruya doğru deniyor mu? Kısaca hayır. Rakibimin yaptığı yanlıştır, karalanmalıdır mantığı daha çok hâkim.

PERMAKÜLTÜR VE SAĞLIK

Dr. Akif Akalın (İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi Tıp Eğitimi Anabilim Dalı)
‘Salgına karşı demokrasi ve laiklik’

1847 kışında, ekonomik bakımdan çöküntü içinde olan Prusya Eyaleti Yukarı Silezya’da büyük bir salgın patlak verdi. Böyle durumlarda uygulanan standart izlek, bölgeye dışarıdan bir uzman heyet göndermek ve hazırlanan rapora göre gerekli tedbirleri almaktı. Görev için genç hekim Virchow uygun bulundu. Virchow, salgının patlak verdiği kömür madenlerinde madencilerin ve ailelerinin yaşam ve çalışma koşullarını inceleyip bir rapor hazırladı. Raporda tavsiye edilen önlemler, 21’inci yüzyılda dahi birçoklarına oldukça radikal görünebilir. Örneğin tifüs salgınının bir daha tekrarlanmaması için neden “sınırsız demokrasiye” gereksinim olduğunu veya neden “kız çocuklarının okula gönderilmesi” gerektiğini anlamakta güçlük çekilebilir. Hele “Kilise ile devletin ayrılmasının”, “Kilise’nin toplumsal yaşama müdahalesinin önlenmesinin” sağlıkla ilgili bir tedbir olarak tanımlanması kolay anlaşılır bir şey değildir. Virchow’a göre toplumsal kusurlar, salgınların ortaya çıkmasında gerekli koşulu oluşturmaktadır. Bu nedenle toplumsal değişim, tıbbi girişimler kadar önemlidir.

TAVUKLAR NEDEN DEPRESYONDALAR?

Dr. Mutluhan İzmir (Psikiyatr)
‘Tavuğa da insana da aynı kokteyl!’

Depresyona girmiş tavuklar, tavuk çiftliklerinde hareketsiz olarak kafeslerde tutulanlar arasından çıkıyor. Doğada kendi başına yaşayan tavuklarda depresyon vakası şimdiye dek bildirilmemiş. Bu tavuklara, daha çok yumurtlayabilmeleri ve etlenmeleri için stres giderici, rehavet verici etkilerinden yararlanmak üzere, iştah açıcı etkisi de olan antihistaminik, antidepresan ve kafein kokteyli veriliyor… Bu ilaçların etkisiyle tavuğun kendisini edilgen bir yumurtlama makinesi olarak görmesi engelleniyor. Tavuklara acıdıysanız aynı kokteylin insanlara da sıklıkla uygulandığını, üstelik bilgisayar ekranının ışığı nedeniyle uykularının da kısalmış olduğunu söylesem ne diyeceksiniz?

İnsanın tüylerini ürperten bir benzerlik değil mi? Evet, bu ilaçlar belki toplumun yüzde 5’i için gerçekten gerekli olabilir ama ya toplumda bu ilaçların kullanım oranı yüzde 50’leri aşmışsa? Psikiyatri pratiği, insanlara bol miktarda ilaç kullandırma pratiğine dönüşmüşse? Bu soruların yanıtı için belki de tavuklara kulak vermek gerekiyor. Tavuklar insanlara dönerek şunu söylüyor gibiler: “De te fabula narratur” (Benim hikâyemde sen anlatılıyorsun).

MEDİKAL USULSÜZLÜK VE YOLSUZLUK

Dr. Hüseyin Çoban (Ortopedi Uzmanı)
Medikal yolsuzluğun ekonomik boyutu

Bazı araştırmalarda ABD’de yolsuzluk boyutunun sağlık harcamasının yüzde 20’sine tekabül ettiği belirtilmektedir. Özel sigorta şirketlerinin bu harcamaları finanse ettiği ve bu nedenle çok sıkı denetim altında olan bu ülkede bile yıllık 320 milyar dolar yolsuzluk gerçekleştiği söylenebilir. Denetimin ortadan kaldırıldığı, engellendiği ya da işletilmediği Türkiye’de durum içler acısıdır. Hastalara yönelik yapılan pahalı ve gereksiz ilaç tedavileri ve karşılığında hekimlere verilen promosyonlar ya da yüzdeler; performansı tamamlamak için gerekmediği halde ameliyatlar yapılması; hastaların yatırılması ya da ameliyat edilmediği halde kuruma ameliyat edilmiş gibi fatura edilmesi durumları da göz önünde tutulursa, 50 milyar TL’lik sağlık harcamalarının yüzde 40–50’sinin gereksiz yere yapılmakta olduğu ve yaklaşık 15–20 milyara ulaşan bir yolsuzluk yapıldığı sonucuna ulaşılabilir. Medikal yolsuzluk bunun çok büyük bir kısmını oluşturur.

SAĞLIKTA DÖNÜŞÜMLE TALEP PATLAMASI

Dr. Ali Rıza Üçer (Radyasyon Onkolojisi Uzmanı)
Çarpıcı rakamlar… 

Türkiye’de 2002’de 209 milyon olan toplam hekime başvuru sayısı 2011’de 611 milyona sıçradı. 2002’de 3.2 olan kişi başı başvuru sayısı 2011 yılında 8.2’ye çıktı. Oysa 2010’da OECD ülkelerinde ortalama kişi başı hekime başvuru sayısı 6.4, İngiltere’de 5, ABD ve Yunanistan’da 4’tü.

2002-2011 arasında yatan hasta sayısı 2 katına, özel hastanelerde yatan hasta sayısı 5.5 katına sıçradı. 2002’de 5.5 milyon olan yatan hasta sayısı 2011’de 11.5 milyona çıktı.

2002’de toplam ameliyat sayısı 1.6 milyon iken 2011’de 2.6 katına çıkarak 4.2 milyon, özel hastanelerdeki ameliyat sayısı da 219 bin iken 6.3 katına çıkarak 1.4 milyon oldu.

Sezaryen doğum oranlarında çarpıcı bir artış ortaya çıktı. 2002’de yüzde 21 olan oran 2011’de yüzde 47’ye sıçradı. OECD üyesi 34 ülke arasında en yüksek sezaryen oranı Türkiye’de.

2011’de ortalama her 9 kişiden birine BT her 10 kişiden birine de MR çekildi. 10 yıllık bir süreçte neredeyse toplumun tümüne BT ve MR çekilmiş olacak.

YARALAYAN MODERN TIP

Fatma Türkan (Hemşire)
‘Ebe, cadıyla aynı’

Batı’da kadın cadı, ebe ve şifa verici kelimelerinin etimolojik ve tarihsel olarak birbiriyle bağlantılı olduğu belirtilir. Avrupa’da tıp 14’üncü ve 17’nci yüzyıllarda erkek egemenliğindeki bir meslek haline geldi ve kadınlar tıp eğitiminden uzun süre dışlandı. Örnek aldığımız ABD’de sağlık çalışanlarının yüzde 80’i kadın olduğu halde, halen bunların çoğu erkek doktor hâkimiyeti altında çalışıyor. Mart 2008’de yayımlanan YÖK, DPT ve Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı Türkiye Sağlık İnsan Gücü Durum Raporu’na göre Türkiye’de 103 bin 177 hekim aktif çalışıyor. Bunların sadece yüzde 20’si kadın. 32 bin 509 hemşire ve 46 bin 172 ebenin aktif çalıştığı ülkemizde hemşirelerin sadece yüzde 5’i erkek. Yani sağlık sektöründe kadınlar büyük oranda erkek yönetimi altında çalışıyor. Sağlık sektöründe ağırlık kadınlardadır. Toplam sağlık iş gücünün yüzde 57’si kadındır. Ancak 35 yaş altı sağlık iş gücünde kadın oranı yüzde 66’dır.

HT CUMARTESİ / KÜRŞAD OĞUZ
koguz@haberturk.com

http://www.haberturk.com/yasam/haber/816785-aslinda-tavuktan-farkimiz-yok

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz